
01.01.1926
İNGİLİZLER MUSUL ANTLAŞMASINA DAİR UMUTLARINI KAYBEDİYORLAR. TÜRKLER DOSTÇA TEKLİFE KARŞI SOĞUKLAR.
İngiliz Başbakanın Ankara’ya dostça bir jestte bulunmasının üzerinden on gün geçti ama Türkiye devletinden henüz bir yanıt gelmedi.
London Times temsilcisine göre, Türk devletinin Musul sorununa dair resmi görüşünün yanıt olasılığı hayli düşük ve yanıt gelse bile büyük bir olasılıkla olumsuz olacak.
Resmi görüş, Milletler Cemiyeti Musul Konseyi’nin, İngiliz hükümetine yönelik taraflı karar vermesi ve uzlaşmak için uygun bir temel olmadığı yönünde. Türkiye’deki Cumhuriyetçi hükümet Musul’dan çekilirse halkın öfkeli tepkisini karşılayamaz.
Türk devleti, İngiltere’de baş düşman olduğunu fark etmek zorunda. Türkler 1914’de Almanya ile ittifak kurmalarından ve 1925’de Sovyetlere itilmelerinden Britanya’yı sorumlu tutuyorlar. Ancak, öfkesi Fransa’ya karşı neredeyse daha fazla. Zira, Fransız devletini İngiliz Dışişlerinin itaatkârı olarak görmekte ve Briand’ın verdiği sözler, Boullion’un Ankara antlaşmasına imza atmasına rağmen yerine getirilmemiş*.
Zaman Türk Devletinden yanadır. Kendisine ait olanı elde edebilmek için olumlu bir fırsat gelinceye kadar bekleyebilir. Türkiye, düşmanlarına onların yararına olacağı bu sırada saldırmaz. Birçok noktada baskı uygulayabilir. Türk karşıtı cephede en güçsüz halkanın Suriye olduğu söyleniyor, İskenderun’da 300.000 Türk kurtulmayı bekliyor.
Türkiye devleti olası bir çatışmada, İtalyanların İzmir bölgesini sömürmeyi arzuladığından dolayı, İtalya müdahalesi ile karşı karşıya kalacağının farkında. Fakat, Avrupalı uzmanlar ne düşünürse düşünsün, Türk ordusu, tıpkı Yunanlılara karşı olduğu gibi, İtalya ile de baş edebilir. Türkiye, Avrupalı Hıristiyanların sözde soykırım iddialarına karşı farklı düşünüyor. Bu insanları, Büyük Britanya’nın uşağı ve onlar tarafından silahlandırılmış bir güruh olarak görüyorlar.
*İkinci İnönü zaferi sonrası Londra’ya giden delegeler içerisinde yer alan Bekir Sami Bey (Bekir Sami Kunduh) kendi kendine İngiltere, Fransa ve İtalya diplomatlarıyla temas ve görüşmelerde bulunarak, her biriyle ayrı ayrı birtakım sözleşmeler imzalamıştı. Bekir Sami Bey’in İngiltere ile imzaladığı bir sözleşme gereğince, elimizde bulunan bütün İngiliz esirlerini geri verecektik. Buna karşılık, İngilizler de bize, kendi ellerinde bulunan esirlerimizi iade edeceklerdi. Yalnız, Türk esirleri arasında Ermenilere ve İngiliz esirlerine zulüm veya kötülük yapmış olduğu iddia edilenler serbest bırakılmayacaktı. Türk hükümeti bu anlaşmayı reddetti.
02.01.1926
TÜRKLER SOVYETLER İLE ANTLAŞMA PEŞİNDE
Westminister gazetesi editörü J. Alfred Spender’in gazetede yayınlanan değerlendirmesine göre; Türkiye Cumhuriyeti’nin başkentinden gelen ilk haberlerde sağduyu ve acelecilik arasında keskin bir mücadele sürüyor ve şimdilik sağduyunun kazanmış gibi duruyor.
Spender’ın değerlendirmesi şöyle: “Ruslarla ittifakın konusu Doğu’yu İngiliz Emperyalizminden kurtarmak yönündedir. Fakat, uzun dönemde Ruslar ile Türkler arasında yakınlaşma zordur. Zira Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı Mustafa Kemal Paşa’nın, ülkesinde komünizme tolerans göstermeyecektir. Kemal, Rusya’dan Türkiye’yi rahat bırakması garantisini alma koşuluyla masaya oturacaktır.”
Mr. Spender’a Türkiye’nin yönteminin niyeti, Irak sınırında sürekli sorun çıkararak İngilizlerin Musul’a sahip olma işini zorlaştırmak ve pahalıya mal olmasını sağlamaktır.
05.01.1926
KEMAL’İN NEDEN BOŞANDIĞIYLA İLGİLİ PARİS HİKAYESİ
Haftalık yayım yapan Carnet de la Semaine gazetesi, Türkiye’nin Cumhurbaşkanı Mustafa Kemal’in güzel ve genç eşi Latife’den, geçen yaz boşanmasın asıl sebebini bildiğini iddia ediyor. Gazetedeki iddiaya göre Mustafa Kemal bir resepsiyonda İtalyan büyükelçisi ile muhabbet ederken Latife Hanım elçiye açıkça bir soru sormuş: “Ülkenizde feminizm ne konumda?”
Büyükelçi bir gülümseme ile yanıtlamış: “İtalya’da pek az gelişme kaydedebildi hanımefendi. Ülkemdeki kadınlar feminizmi kendilerine göre yorumluyorlar. Onlara göre feminizm eve bakıp, kocalarına sağlıklı bebekler vermektir.”
“Ama bu zamanın çok gerisinde!” diye yanıtlamış Mustafa Kemal’in eşi.
Le Carnet de la Semaine’e göre o an Cumhurbaşkanı, Latife Hanım’dan boşanma kararı almış.
06.01.1926
TÜRKLER BRİTANYA’YA KARŞILIK VERİYOR
Büyük Britanya’da görev yapan Türk Büyükelçisi Ahmet Ferit Bey, Başbakan Baldwin tarafından bu sabah Downing Sokağı’na konuk edildi. Türkiye-Irak sınırı hakkında “memnun edici bir sohbet” geçtiği belirtildi.
Olay hakkındaki resmi açıklamalar çok temkinli, fakat Büyükelçinin toplantıyı başlatması olumlu bir işaret olarak algılandı ve müzakerenin öncüsü olarak farz edildi.
Noel’den hemen önce Başbakan Baldwin, Büyükelçiden Musul sorusunu Ankara ile görüşeceğine dair söz aldı. O zamandan beri iki hükümet arasında bir diyalog gerçekleşmemesi, Türkiye’nin geç yanıtı ve Türk basının genel tavrı kötümser bir algı yarattı.
Fakat şimdi, direkt müzakereler yakın bir gelecekte başlayaca. İngiltere’nin Ankara büyükelçisi Rondald Linsay, Paris’ten yeni dönen Tevfik Rüştü Bey ile meseleleri tartışmak için Ankara’ya gidecek.
08.01.1926
TÜRKİYE AMERİKA’DAN YAPILAN İTHALATLARI CEZALANDIRIYOR
Amerikan Büyükelçisi, Washington’dan talimat beklemeden, hiç zaman kaybetmeyerek Türkiye devletinin Amerikan ürünlerine karşı, Türkiye ile ticaret anlaşması olan ülkelerin ithalat vergisinin neredeyse sekiz katı olan bir vergi koyulmasına karşı resmi protestoda bulundu.
Türkiye’nin bu kararı Amerika’yı Lozan Antlaşmasını imzalamaya zorlamaktan ziyade, ülkenin gelirini yükseltmek amacında. Asıl gaye Türkiye ile ticaret anlaşmasını imzalamayan ülkeleri cezalandırmak ve Türkiye ile ucuzdan ticaret yapmalarını önlemek.
Amerika’nın Türkiye’ye ithalatı neredeyse yıllık 7.000.000 dolar ve bu ithal edilen ürünler arasında ilk sıraları petrol, otomobil ve zirai ürünler çekiyor.
Birkaç Avrupa ülkesinin de benzer tepkiler vereceği tahmin ediliyor.
09.01.1926
TÜRKLER BİZİ UMURSAMAZ BULUYOR
Gazeteler Lozan Antlaşması’nı İmzalamıyor Oluşumuzu Eleştiriyor
Amerikan Senatosunda Lozan Antlaşmanın durumuna ilişkin Amerikan Yüksek komiseri Amiral Mark Bristol tarafından hazırlanan bir rapora cevap olarak Cumhuriyet gazetesi bir karikatür ve başyazı tertipledi.
Sam Amca’yı halinden memnun, başparmakları yeleğinde, ayakları masanın üstünde bir şekilde çizmişler. Diğer ülkeler tarafından 1923’de imzalanan antlaşmaya Amerika’nın yanaşmaması ile ilgili de uzun bir eleştiri yazısı yazılmış.
“Amiral Bristol’un açıklaması hiç olumlu değil” demiş yazar. “Sam Amca’nın sırtı pek, keyfi yerinde. Bizimle barış yapması için acelesi yok. En büyük düşmanımız İngiltere bile Lozan Antlaşmasını imzaladı. Ama savaş ilanı etmediğimiz Amerika imza atmaya yanaşmıyor”.
“Sam Amca’nın demokrasiye bağlılığına ve barış severliğine inanmıyoruz. Eğer bu antlaşmayı imzalamayıp sonrasında kendi çıkarları için yeni bir antlaşma imzalamayı düşünüyorsa bizi iyi anlamamış demektir. Amerika’nın Doğu’nun işlerine karşı cehaleti malum fakat Sam Amca’nın bize karşı tutumu sınırımızdır.”
11.01.1926
TÜRKİYE MUSUL’DAN VAZGEÇMİYOR
Dışişleri Bakanı Tevfik Rüştü Bey dün mecliste Musul hakkında konuştu. Konuşmasında Musul’daki haklarından vazgeçmeyeceklerini söyledi.
Bu açıklamasıyla, eğer İngiltere-Türkiye müzakereleri Türkiye için yetersiz olursa, Musul’u kendi Alsas-Loren’i* olarak tanımlayacaklarının işaretlerini verdi.
Türkiye’nin Cumhurbaşkanı Kemal Paşa, kabinenin tamamı ve savaş konseyi üyeleri Ulusal Meclis’teydi ve Rüştü Bey’in Musul hakkındaki, Haliç konferansına dayanan açıklamasını dinliyorlardı.
Bakan, Lahey ve Cenevre’deki tahkim ruhunun eksikliğinden şikâyet etti ve bunu Türk düşmanlığına bağladı. Bu düşmanlığı Milletler Cemiyeti’nin halk oylamasına karşı çıkmasına bağladı.
“Türkiye, Musul sorununun hala çözülmediğini düşünüyor. İngiltere ile müzakerede hala istediğimiz noktaya gelemedik. Bu müzakerelerin iki ülke için de kabul edilebilir olmasını arzuluyoruz. Böyle bir itilaf daha fazla müzakereye yol açar.”
*Almanya ve Fransa arasında sürekli el değiştiren bir bölgedir. Son olarak Versay Antlaşması ile Fransa’nın elinde kalmıştır. Daha sonra Almanlar işgal etmiş fakat II. Dünya Savaşı sonrası tekrar Fransa’nın eline geçmiştir.
16.01.1926
TÜRKLER ‘EN İYİ ANNE’Yİ SEÇİYOR
İsmet Paşa’nın karısı, siyasette oynadığı büyük rol ve kocasının barışa yönelik çabasına yardımcı olduğu için, Türkiye Kadınlar birliği tarafından “Türkiye’nin en iyi annesi” seçildi. Aynı zamanda kendisi dört çocuğun annesi.
Bu seçim, “Dallas Anneler Günü Derneği”nin isteği üzerine yapıldı ve “Dünya’nın Anneleri” sergisi için “Türkiye’nin En İyi Annesi” adlı fotoğraf bu seneki anneler günü için kullanılacak.
Birliğin inceleme esnasında görüş aldığı kadınların çoğunluğu, en iyi annenin ülkeye en fazla asker veren anne olması önerisini reddetti.
Türkiye ve İtilaf ülkeleri arasında imzalanacak antlaşma için Lozan’a giden İsmet Paşa’ya eşi de eşlik edecek.
16.01.1926
TÜRKİYE ÇOK EŞLİLİĞİ YASAKLAYAN, AZINLIKLARA EŞİT HAKLAR VEREN İSVİÇRE MEDENİ KANUNUNA GEÇİYOR
Şu an hukukçuların tercüme ettiği İsviçre medeni kanununu Türk devleti tamamıyla benimsedi. Bu iki önemli sonuca gebe: Çok eşlilik tamamen kaldırılacak, boşanmak zorlaştırılacak. İkincisi de Yunan, Ermeni ve Yahudi gibi azınlık grupları korumaya alan Lozan Antlaşması yok hükmünde sayılacak çünkü İsviçre medeni hukuku azınlıkları Türk vatandaşları ile aynı seviyeye koyuyor.
Türklerin yasaları cumhuriyetin ilanı sonrası çokça değişikliğe uğrasa da Kuran’a dayalı kanunlar ve İsviçre kanunları birbirlerinden son derece farklı. İsviçre medeni kanunu, demokratik gelişmeler ve müzakerelerle şekillenmiş, 1 Ocak 1912’de yürürlüğe girmiştir. Bu kanunda en göze çarpan kısım şüphesiz referandum.
İsviçre’nin 1848’deki anayasası 1874’te değişmiştir. Yeni yasanın bir kısmı Birleşik Devletler’den ithaldir. Bu değişikler devletin gözlenmesine ve kanton haklarına sebebiyet vermiştir. Yeni federal yasalar altında İsviçre saf demokrasiye doğru inanılmaz adımlar atmıştır. Bu adımlarla birlikte, azınlık özellikle belirtilmese de ve kendilerine has hakları olmasa da, yasama çoğunluğunu sürekli kontrol edebiliyor ve tüm millete referandum yoluyla itirazda bulunabiliyor.
17.01.1926
TÜRKİYE’DE YENİ YARGI DÖNEMİ
Dün Cenevre’den New York Times’a özel olarak verilen habere göre Türkiye Hükümeti, yasalarının tamamını değil bir kısmını İsviçre medeni kanununa uyarlayacak. Hükümetin amacı eski yasaları yürürlükten kaldırıp, yerlerine Batılı kanunları ve modern prosedürleri koymak.
İsviçre medeni kanunundan 1800 madde, İtalyan ceza kanunundan 700 ve Almanya ticari kanunundan da 700 madde kabul edildi.
Roma ve Berlin’deki tercüme işlemleri nihayete erdikten sonra yasalar, Mustafa Kemal Paşa’nın Ankara’da kurduğu hukuk fakültesinde gözden geçirilecek. Bu yeni hukuk fakültesi birkaç hafta önce, Büyük Millet Meclisi’nde Mustafa Kemal Paşa’nın üç ülkeden kanun altyapısını ödünç alacağına dair tasarısını anlattıktan sonra kuruldu.
İsviçre’nin kendisi, 1848’de Birleşik Devletler anayasasının bir kısmını kendine uyarlamıştı ancak sadece Devlet hakları kısmını ele almıştı. 26 sene sonra bazı Güney Amerika ülkeleri “Napolyon yasalarını” kendilerine uyarlamışlardı fakat ilk defa bir ülke hukuk sistemini bu denli köklü değişime uğratıyor.
Değişim İçin Yollar Açıldı
İsviçre medeni kanunlarını ülkede pek çok köklü değişikliğe yol açacak. Çok eşliliğin yasaklanması, boşanmanın daha zorlu bir süreç haline getirilmesi ve azınlıkların özel haklarının yok oluşu bunlardan bazıları ama tam sosyal-ekonomik etkilerini ölçülebilmesi için yeni yasaların geçmesi ve prosedürlerin test edilmesi lazım.
Bu süreç zaten dini mahkemelerin ve şeriatın ortadan kaldırılmasıyla başlamıştı. Eskiden mahkeme kararları hâkimlerin o anki hevesine göre belirleniyordu. Mecelle kanunları ne kadar Batılılaştırılsa da hâkimlerin merhameti asıl belirleyiciydi.
Cumhuriyetin 1923 Ekimde ilanından hemen sonra bir deneme yapıldı. Osmanlı’nın hukuk ilminin temelini oluşturan şeriat kanunları üzerinde çalışmalar başladı fakat birkaç ay sonra komisyonun başındaki kişi istifa etti. Aralarındaki bir istatistikçi bu sürecin elli uzman günde on saat çalışsa bile bir asır süreceğini iddia etti. Meclis bunun üzerine tüm bu yasaları yürürlükten kaldırdı.
Sonraki aylar diğer Müslüman ülkelerdeki hukuk biçimlerine göz atılmış fakat hepsi sonra reddedilmişti. Bu süreçte farklı kanunlar -ev sahibi ve kiracı, borç alan ve borç veren, eşler arası veya aynı şirketin üyeleri arasındaki bir takım ilişkileri düzenleyen yasalar gibi yasalar- eski kanunların yerine yasamaya girmişti. Eski sulh hâkimleri bu meseleleri düzenlemişti lakin görevden alındılar ve yerlerine Batı eğitimi görmüş hakimler alındı. Onlar da hızlıca yeni kanun ve kararname çıkardılar.
Alt Temyiz Mahkemelerinin Kaldırılması
Şu anda Türkiye’de sadece 600 alt mahkeme var ve üçte biri köylere ait. Bu alt mahkemeler her türlü vakalar ile uğraşıyor. Mahkemelerin yarısı büyük kentlerde yer alıyor ve daha ciddi olan davalar ile uğraşıyor. Sivil, ceza ve ticari davalar bunlara dâhil ve davalar transfer edilebilir fakat alt mahkemeler temyiz edilemiyor. Bütün eski temyiz mahkemeleri ve yıllarca süren davalar çöpe atıldı. Bugün temyizler yüksek mahkemelerde yapılıyor.
Mustafa Kemal Paşa Yargıtay kurumunun da temelini attı. Yargıtay 32 kişi tarafından oluşuyor ve bu kişiler dava çeşitlerine göre birimlere ayrılıyorlar. Şimdilik Eskişehir’de faaliyet gösteren bu kurum yakın zamanda Ankara’ya taşınacak.
15.000 yetkili yeni kanunları beklerken, yasallaştırılan geçici kanunlara dikkate alarak sivil ve ceza davalarını araştıran 600 vekil bazı davaları eliyorlar. Böylelikle bir sürü hatalı tutuklama ve boşuna dava açılması önleniyor. Daha da fazlası, ülke altı baş ve elli alt müfettişliğe ayrılmış. Bu müfettişlerin işi on veya ondan fazla imzalanan dilekçeleri anında, direkt olarak Adalet Bakanlığı’na iletmek. Aynı zamanda kanunları ve kararnameleri içeren raporları ve gazeteleri ülkeye dağıtmakla da görevliler. Hükümet, yasaları halka dağıtmayı sabırsızlıkla bekliyor.
Ana Zorlukları Aşmak
Cumhuriyetin başı tarafından açılan hukuk fakültesi sadece İsviçre, İtalyan ve Alman kanunların sunumu ile yetinmeyecek, aynı zamanda kanunların uygulanması için hakimler yetiştirecek. Fakat bu pozisyonları geçici olarak dolduran kendini kanıtlamış kabiliyetli yetkililer, gelecekte diploma şart olunca, pozisyonlarından alınacaklar. Şimdiki hukuki durumun ve yabancı kanunların adaptasyonunun öncülüğünü başlatan kişi Mahmut Esad Bey. Roma’daki mevkidaşı ile görüşen Esad Bey, yeni yasalara geçişin zor olacağına inanmıyor. En kötü ve zorlayıcı sürecin -eski yasaların ve adetlerin yürürlükten kaldırılması- geride kaldığına inanıyor. Türkiye’nin aydınlarını öven ve onlara minnettar dolduğunu söyleyen bakan, bu insanların geçiş sürecini kolaylaştırdığını savundu. Eski inançlara takılı kalanların ise köstek olduğunu belirtti.
Adalet bakanlığı tarafından tasarlanan reformlar ilk olarak Cumhurbaşkanı Mustafa Kemal Hukuk Fakültesi ile birlikte tanıtıldı. Yapacak çok işleri olduğunu söyleyen Cumhurbaşkanı, daha önceden hiçbir hukukçunun karşılaşmadığı sorunlarla uğraşacaklarını belirtti. Konuşmasını şöyle sürdürdü:
“Bugünkü devletimizin şekli, yüzyıllardan beri gelen eski şekilleri yıkan en gelişmiş şekil olmuştur. Milletin, varlığını devam ettirmek için birliği arasında düşündüğü ortak bağ, asırlardan beri gelen şekil içeriğini değiştirmiştir, yani millet dini ve mezhebi bağlantı yerine, Türk milliyeti bağıyla fertlerini toplamıştır. Millet, milletler arası genel mücadele sahasında hayat sebebi ve kuvvet sebebi olacak iklim ve aracın ancak çağdaş uygarlıkta bulunabileceğini, bir sabit gerçek ilke olarak kabul etmiştir.”
Eski Hukukun Kınanması
Eski kanunları ve uygulamaları ve onlarla gelişebileceğini düşünenleri eleştirdikten sonra Cumhurbaşkanı sözlerine şöyle devam etti:
“Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin kurulduğu zamanda onun bugünkü iç yüzü ve durumunu hukuk kuralları ve ilim kurallarına aykırı kabul edenlerin başında meşhur hukukçular bulunuyordu. Büyük Millet Meclisi’nde hâkimiyetin kayıtsız şartsız millette olduğunu ifade eden kanunu teklif ettirdiğim zaman, bu kanunun Osmanlı Anayasası’nı değiştirmesinden dolayı karşı gelenlerin başında yine eski ve ilmi bilgisi ile milleti aldatan tanınmış hukukçular bulunuyordu.
En büyük şehrimizin, bu memlekette belki Avrupa’da ilim öğrenmiş yüksek uzmanlardan oluşmuş baro heyeti, açıkça hilâfetçi olduğunu ilân eden ve ilân etmekle övünen birisini seçip kendisine başkan yapmıştır. Bu olay eskimiş hukuk bilginlerinin, Cumhuriyet anlayışına karşı içten ve gerçek olan durum ve eğilimini anlatmaya yeterli değil midir? Bütün bu olaylar inkılâpçıların en büyük fakat en sinsi can düşmanı, çürümüş hukuk ve onun dermansız taraftarları olduğunu gösterir.”
Cumhurbaşkanı’nın bahsettiği kişi Lütfi Fikri*’nin, İstanbul Barosu’nun lideri olduğu söyleniyor. Kemal Paşa sonrasında bu fikirde olan bir liderle ve altındaki hukukçularla, Türkiye’nin hukuk sisteminin gelişemeyeceğini belirtiyor. Bu yüzden, Türkiye’nin yurt dışından gelen bir hukuk sistemini kendine uyarlaması gerekiyor.
*Lütfi Fikri Bey (1872-1934). Kosova Valisi Hüseyin Fikri Paşa’nın oğludur. Evvela Mülkiye’yi ardından da Paris Hukuk Fakültesi’ni bitirmiştir. İttihad ve Terakki Partisi’ne katıldığı için Abdülhamid devrinde 14 ay hapis yattı. Daha sonra İttihad ve Terakki ile görüş ayrılığına düştü. 1908’de mecliste kadınların oy kullanabilmesi için teklif verdi. Tanin’de çıkan yazısında Hilafet kurumunu savundu ve İstiklal Mahkemesi’nde yargılandı. Beş yıl hapis cezası aldı ancak meclis tarafından affedildi. Muhalif tutumundan vazgeçmeyince tekrar yargılandı ancak bu kez beraat etti. Arapça, Fransızca ve Almancaya hakimdi. Hayatının geri kalanını avukatlık yaparak sürdürdü. Arma Yayınları’ndan çıkan günlüğü okumaya değer.
17.01.1926
BATI TAKVİMİ TÜRKİYE’Yİ 1344’DEN 1926’YA TAŞIDI
Yeni bir kanunun geçişiyle Türkiye tam olarak 582 yıl ileri zıpladı.
Bu yeni kanun uluslararası takvime geçişi zorunlu kılıyor ve Türkiye’deki tarihi 1344’den (Muhammed’in Mekke’den Medine’ye hicret ettiği yılı milad kabul ediyordu eski takvim) 1926’daki Hıristiyan tarihine geçiriyor.
Resmi sebepler için Batı takvimi kullanılsa bile dini takvim eski zamanlarda olduğu gibi bazı bayram günleri ve için kullanılacak.
Batı takvimine geçen Türkiye, Avrupa’nın saatine de uyum sağlıyor.
21.01.1926
TÜRKLER YEDİ GERİCİYİ ASTI
Dün Ankara’nın merkezinde yedi Türk, gerici faaliyetler yürüten bir gruba katıldıkları için asıldılar. Geçen iki hafta boyunca yirmi bir Türk idam edilmişti. *
*Bornovalı Hamzaoğlu Hasan adam öldürme; Kayserili Behçet Bey, Yozgatlı Musaoğlu Osman ve kahveci çırağı Yozgatlı Mehmetoğlu Mustafa ırza geçme ve adam öldürme; Ahmetoğlu Abdülmecit ve Memetoğlu Rıza gasp, işkence ve adam öldürme; Çazkıroğulları’ndan Şükrüoğlu Ziya gasp ve adam öldürme suçları nedeniyle idam edilmişlerdir. 1926 yılının başından haberin yapıldığı tarihe kadar geçen sürede 12 idam gerçekleşmiştir. 7 tanesinin isimlerini ve onlara isnat edilen suçları yukarıda yazdım. Diğer 5 tanesi de yine adam öldürme ve ırza geçme suçları nedeniyle asılmışlardır.
31.01.1926
KEMAL’İN SON REFORMLARINDAN BİRİ DE LATİN ALFABESİNE GEÇİŞ
Eğitimde ve kültürde Batı standartlarını yakalayabilmek için kullanımı zor olan Arap harfleri yerine Latin harflerine geçiliyor.
Şimdilik şaşkınlık hakim olsa ve bu iş maliyetli bulunsa da reformun uzun vadede, dil birliği yakalamak için bir fırsat olacağına inanılıyor
Reform Müslüman olmayan unsurları ayıklamaktan ziyade Türkiye ile Avrupa arasında daha yakın bir temas kurulmasına olanak verecek.
Modern Türk, eski harflerin Türkiye’yi dünyanın geri kanlından izole ettiğine inanıyor. Batı edebiyatı, idealleri ve geleneklerinin kabulünü zorlaştıran etkenlerden biri olarak eski yazıyı görüyor.