02.08.1925
İSTANBUL – CAN ÇEKİŞEN ŞEHİR
Tüccarlar Gitti, Limanlar Issız. Türk Hükümeti Ticaret Rotalarını Savunması Daha Kolay Olan Limanlara Yönlendiriyor ve Politik Merkez Değişiyor
İstanbul can çekişmekte olan bir şehir. Boğaz’ın kraliçesi, üç imparatorluğun başkenti çürümeye terk edildi. Tüm dünya elçilerinin ve heyetlerinin, Roma İmparatoru’na hediyeler sunmak için saf tuttuğu sokaklar şimdi bir çöl. Sayısız dükkan kapandı. Yunan ve Ermeni tüccarlar Bükreş, Sofya, Selanik ve Atina gibi daha karlı merkezlere taşındılar. Galata’yı seyreden muhteşem dükkanlar artık boş. Kuşaklardır Haliç’i mesken tutmuş olan tüccarlar ve gemileri artık Pire’deler. Şehrin suları imparatorluğun gemilerinin kalabalığı ile doluyken şimdi sadece yabancı sulardan gelen ziyaretçilerin tekneleri geziniyorlar.
330 yılında İmparatorluğun başkentine, Haliç’e, Büyük Konstantin tarafından neredeyse bir gecede ticaret merkezi inşa edilmişti. Şehrin çöküşü de en az parlayışı kadar hızlı oluyor. Roma, Bizans ve Osmanlı dönemlerine göre değil, beş sene evveline göre bile büyük bir değişiklik var.
Türkiye için Birinci Dünya Savaşı’nın 1920 yılında sonlanması demek, sekiz yıl süren Trablus ve iki Balkan Savaşı’nın da bitmesi demekti. Barışın tahsisiyle birlikte şehrin canlanacağı düşünülüyordu. Rusya ile ticaret kaldığı yerden sürdü. Çarlık döneminde tarım ve endüstri adına ne varsa tüketilmişti. Anadolu, Rusya için kağıt üzerinde müthiş bir pazar. İstanbul bu uçsuz bucaksız pazar için harika bir merkez. Burada büyük mağazalar, bankalar, gemi şirketleri bulunuyor.
Pek çok yeni banka (içlerinden ikisi Amerikan menşeili) Galata’da ofislerini açtılar. Dükkanlar, önde gelen imalatçılara -ekseriyetle de Amerikalı imalatçılara- fiyat tekliflerinde bulunuyorlar. Gazeteler, arabalar ve şehirdeki ilan panolarında Ford, Buick, Dodge, Singer dikiş makinaları, Eastman fotoğraf makinaları ve Standard Oil yer alıyor. Rusya ve Türkiye’de kağnı ile atın yerini otomobil; öküz ile tahta sabanın yerini –ki hala Ukrayna ve Anadolu’da kullanılıyor- çelik sabanlar ile traktörler alınca, piyasadaki bu canlanmayı gören Standard Oil, Boğaz’da bulunan Beykoz’a devasa bir depo kurdu.
Rus Mülteci Akını
Devrim sonrası başlayan bir dizi olayın tetikçisi Güney Rusya’daki iç savaş oldu. Bu savaş İstanbul’u şimdiki durumuna getirdi. 1920 baharında Bolşeviklerin Denikin*’i bozguna uğratması ve aynı yılın sonbaharında Wrangel**’ın mağlup edilmesiyle şehir, Rus mültecilerin akınına uğradı. Bir seferde 100.000 insan geldi. İlk başlarda şehirdeki canlılığa katkıları oldu ancak beraberinde getirdikleri mücevherler, kilimler, kürkler tükendikçe toplumun sırtında bir kambura dönüştüler. İhtiyaçlarını karşılamaya çabalayan Amerikan Kızıl Haçı ve Yakın Doğu Amerikan Yardım Heyeti gibi gönüllü
kuruluşlar yetersiz kaldılar. Bir zaman sonra harap olmuş Ukrayna ve Kırım’dan kaçan insanlar da gelince iş içinden çıkılmaz bir hal aldı. Rusya büyük bir buğday ihraççısı olmasına rağmen, iç savaşın yıkıcı etkisi ve kıtlık sebebiyle buğdaya muhtaç kalmaya başladı. Böylece İstanbul’un ümitlerini üzerine inşa ettiği iki pazardan biri yıkılmış oldu.
Gelişimi sekteye uğrayan ikinci pazar ise Anadolu’dur. Mart 1910’da, İstanbul’daki Türk Parlamentosu’nda yer alan milliyetçiler, Anadolu’nun İtilaf Devletleri’nce yahut onların koruması altında olan Yunanistan tarafından işgal edileceği iddiasında bulundular. İddia sonrasında İtilaf Devletleri hükümeti ele geçirmek için şehri işgal etti ve Türk milliyetçilerini Malta’ya sürgüne gönderdi. Fakat hareketin lideri olan Mustafa Kemal Paşa Anadolu’daydı. Kısa zaman sonra İtilaf Devletleri tarafından desteklenen Sultan’ın İstanbul Hükümeti’ne karşı buradaki halkı ayaklandırmayı başardı. Çok geçmeden Orta ve Doğu Anadolu’yu kontrol altına aldı. İstanbul böylelikle kıyısız bir liman, ülkesiz bir başkente dönüştü.
Kemalistlerin 1922 sonbaharında Batı Asya’da, Yunan Ordusu’na karşı mutlak zaferi, İtilaf Devletleri’nin Anadolu’daki işgaline de son verdi. Zafer, Yunan askerlerin ve Yunan nüfusun Anadolu’dan ihracı ile neticelendi. Yönetim kademesindeki Türkler, ticarete burun kıvıran ve onla pek az ilgilenen kişilerdi. Belki de daha önemlisi Yunan işgalinin son bulmasıyla Anadolu, tıpkı iç savaş sonrası Güney Rusya gibi harap hale geldi. Türk köylüleri kendi ihtiyaçlarını bile karşılayamaz hal geldiler.
Zamanla elbette bu güçlüklerin üstesinden gelinebilir. Eğer Türk milliyetçileri isterse İstanbul tekrar önemli bir ticaret merkezi, dini merkez ve politik merkez haline gelebilir. Türk milliyetçiliği Anadolu platosunun bir ürünüdür ve onlar İstanbul ile mazide kalan her şeyi aforoz etmişlerdir.
Türk’ten Çok Yunan
400 yıllık Türk saltanatına rağmen İstanbul karakter olarak her zaman Türk’ten çok Yunan olmuştur. Yunan Ortodoks Kilisesi’nin merkezidir ve Yunanlar hiçbir zaman başkenti İstanbul olan Bizans İmparatorluğu’nu tekrar diriltme heveslerinden hiçbir zaman vazgeçmemişlerdir.
[…]
Sultan ve Halifenin makamının yer aldığı İstanbul, Osmanlı’yı Ermeniler ve Yunanların hor gördüğünden de daha fazla hor gören laik cumhuriyetçiler tarafından, Osmanlı İmparatorluğu’na ait günahların telafisi olarak görülüyor. Bu da dahil pek çok sebep yüzünden Ankara, Yeni Türkiye’nin başkenti olarak seçildi. Böylelikle İstanbul’un elinden tüm politik ve dini gücü alınmış olundu. Türk milliyetçiler İstanbul’u Yeni Türkiye’nin ana limanı yahut ticaret merkezi olarak görmüyorlar. Dünya Savaşı sonrasında Türkiye, Anadolu’ya hapsoldu ve Samsun, İzmir, Mersin ve İskenderun limanları İstanbul’daki limanlardan daha güvenilir ve cazip hale geldi. Bunun sebebi, İstanbul’u düşmana karşı savunmanın daha zor olmasıdır. İzmir’den göç eden Yunanlar, İtilaf Devletleri’nin İstanbul’u işgali, ve “Türkiye’yi Avrupa’nın dışında tutma” nidaları cumhuriyetçi Türkler üzerinden derin izler bıraktı. İstanbul yerine Samsun ve İzmir’deki liman ve ticaret merkezlerinin gelişmesi için çabalıyorlar.
Turist sayısının düşüşündeki en büyük etken ise İstanbul Kapalı Çarşı’daki hakikaten kıymetli parçaların tarih olması. Bunlar içinde Şam’ın bıçakları, çeşm-i bülbüller, muhteşem çiniler, sırmalı kumaşlar, eski kilimler ve nakışlar var. Şu an Kapalı Çarşı’da bunların ucuz taklitlerinden başka şey yok.
Son üç yılda İstanbul’un nüfusu yarı yarıya azaldı. 1920 yılında nüfus bir milyondan fazlaydı. 1924 yılına gelindiğinde nüfus mübadelesiyle birlikte 500.000’den fazla insan göç etti.
Tüm bunlara rağmen İstanbul hala önemli bir eğitim şehri. Türkiye’nin tek üniversitesi olan İstanbul Üniversitesi bu kentte bulunuyor. Robert Koleji, Üsküdar Amerikan Koleji, Fransız Lisesi ve başkaca Fransız, İtalyan, Yahudi, Ermeni ve Yunan lisesi de yine bu kentte bulunuyor. Kent aynı zamanda basın ve yayının da merkezi. Denebilir ki İstanbul pek çok Türk sanatçı ve yazarın kendini evinde hissettiği bir yer.
İstanbul’un ticari açıdan gerilemesinde değinmediğim daha pek çok faktör var. Anadolu’da kara taşımacılığı gelişiyor. Keza demiryolları aynı şekilde gelişmekte. Bununla birlikte artık nehir ve kanallar aracılığı ile de taşımacılık yapılabiliyor. Bu da boğaz vasıtasıyla taşımacılığı daha az tercih edilir hale getiriyor. Bilhassa da Bulgaristan ve Romanya açısından. Karadeniz ileride Tuna ve Ren üzerinden Baltık Denizi’ne bağlanabilirse işler daha da değişecektir. Günümüzdeyse Karadeniz limanlarını Batı limanlarına hala İstanbul’daki boğaz bağlıyor. Fakat İstanbul gemi aktarma noktası olarak kalmaya devam edemeyecek. Bolşevik Rusya’nın yabancı tüccarlar üzerindeki devlet tekeli, İstanbul’u merkez olarak kullanan bu bireysel tüccarların cesaretini kırıyor.
*Anton Denikin. Rus İç Savaşı sırasında Beyaz Ordu komutanlarından.
**Pyotr Vrangel. Rus İç Savaşı sırasında Beyaz Ordu komutanlarından. Kara Baron lakabıyla anılır.
08.08.1925
MUSUL SORUNU İÇİN ÜÇ ÇÖZÜM ÖNERİSİ
Milletler Cemiyeti Türkiye ile Büyük Britanya arasındaki Musul sorununu çözüme bağlamak için toplandı ve bir rapor yayınladı.
İlk öneri Musul’un, Milletler Cemiyeti’nin kontrol ettiği bir manda ile 25 sene boyunca yönetilmesi ve bu sürede Kürtlere kendi memurlarını, yargıçlarını, öğretmenlerini atayabilecekleri; anadillerini resmi dil olarak kullanabilecekleri bir otonomi vermek.
İkinci öneri tüm Irak’ın Milletler Cemiyeti kontrolündeki Britanya mandası ile yönetilmesi ve dört sene sonra mandanın sona ermesi. Süre sonunda vaad edilen haklar Kürtlere verilmezse çoğunluk kimin egemenliğini isterse (Türkiye ve Irak) ona katılabilir.
Üçüncü çözüm ise toprak bölüşümünü Milletler Cemiyeti’nin yapması. Cemiyet de Musul ile Bağdat arasındaki Dicle’nin bir kolu olan Küçük Zap Nehri’ni sınır olarak öneriyor.
09.08.1925
TÜRKİYE’DEKİ ERKEKLER KULÜBÜ MÜLTECİ YARDIMLARIYLA BÜYÜYOR
Cincinattili hayırsever manifaturacı Artur Nash’in vaat ettiği beş sene boyunca yılda 50.000$ ile Türkiye’deki Türk-Amerikan derneklerinin temeli bu yaz Ankara’da atılacak. YMCA*’nın yönetimini üstleneceği bu derneklerin planlarını açıklayan Dr. Howard B. Grose, Asa K. Jennings’in izinde olacaklarını söyledi.
Mr. Jennings 300.000 Yunan mültecinin kurtarılmasında rol oyanmış ve Türklerin de takdirini toplamış biridir. Dr. Grose konuşmasında Dr.Sherwood Eddy’den de alıntı yaptı: “Türkiye’nin yeniden inşası için karşılıklı güven ve iyi niyeti tesis edecek, Türkler ile beraber çalışacağız.”
Dr. Grose “Hakiki bir kahraman olan Jennings İzmir’de bir trajediyle karşılaşmıştı. 1922 Eylül’üne kadar uzun bir süre şehri ellerinde tutan Yunanlardı fakat Mustafa Kemal komutasındaki Türk Ordusu şehri sildi, süpürdü. Sayısı 500.000’i bulan Yunan, Ermeni, Yahudi mülteci ve şehirdeki diğer insanlar sürüldü.”
Acil Durumda Acil Müdahale
“Jennings kıyıya yakın bir yerdeki hastaneye kadınlar ve çocukları yerleştirdi. Fakat kısa zaman sonra Türklerin çıkardığı yangınla büyük bölümü yok olan İzmir’de, yüz binlerce mültecinin oluşturduğu kalabalık rıhtıma sığındı. Bir kısmı açlıktan öldü, bir kısmı boğuldu, bir kısmı da yandı.
Bir İtalyan gemisiyle 2000 mülteciyi buradan kurtarıp Midilli’ye ulaştıran ve burada pek çok Yunan ticaret gemisi bulan Mr. Jennings’ti. İzmir’e dönüşte ABD gemisi Litchfield’de durumu İzmir’deki donanma kumandanı Halsey Powell’e rapor etti ve bu gemilerle mültecileri taşımak için Türk otoritelerden izin istedi. İzni Kumandan Powell verdi.” “İzmir’e Yunan savaş gemisi Kilkis, ABD gemileri Missisipii ve Litchfield ile beraber döndüler ve Atina ile temas halinde oldular. Nihayetinde tüm ticaret gemilerini de beraberinde getirmeyi başardı.
Küçük Amerikan bayrağının dalgalandığı gemi ile İzmir’e yanaştılar ve kendilerine eşlik eden ABD destroyeri Lawrence ile tahliyeye başladılar. Elli kadar irili ufaklı gemi gece gündüz çalıştılar ve nihayet Eylül 30’da tahliye işlemi sona erdi.”
Yunan Devleti Tarafından Onurlandırıldı
“Jennings Yunanistan Kralı elinden sivil ve askeri nişanlarla onurlandırıldı. Türklerin de güvenini ve takdirini kazandı. Hatta Mustafa Kemal’in başkanlık ettiği Türkiye Cumhuriyeti’ndeki Milli Eğitim Bakanı ile yakın dost oldular. Diğer arkadaşları da kabine de yer aldılar.
Milli Eğitim Bakanı’nın davetiyle Türk ve Amerikan gençliğini buluşturmak için neler yapılabileceği tasarlandı. Altı şehirde Türk-Amerikan dernekleri kurulmasına karar verildi.
Bina planları YMCA’nınkine benzer olacak fakat bu laik bir organizasyon olacak. Unutmamak gerekir ki Hıristiyan lafı Türklere bize ifade ettiğinden daha farklı şeyler ifade ediyor. Onlara Hıristiyanlık yüzlerce yıllık nefret ve yanlış anlaşılmalar yüzünden kan, savaş ve çarpık politikaları ifade ediyor. Bu yüzden sadece milletlerin isimleri tercih edildi: Türk-Amerikan Kulübü.”
*Young Men’s Christian Association: Hıristiyan Erkekler Derneği
14.08.1925
KEMAL, ‘USTASINDAN’ BOŞANIYOR
Bugün İstanbul’dan gelen haberler Avrupa başkentlerinde hayretle karşılandı. Türkiye Cumhuriyeti başkanı Mustafa Kemal Paşa; Batı eğitimi almış, genç, hoş görünümlü, feminist eşi Latife Hanım’dan boşandı. Mustafa Kemal hanımefendiyle İzmir’de, Türkiye’deki değişim havasının romantizmi ve Türk kadının özgürleşmesi rüzgarı tesirinde tanışmıştı.
Türkiye’deki rejim değişikliğiyle beraber, boşanma işlerine bakan Şeyhülislam’ın yetkileri elinden alınmıştı. Böylelikle kişi boşanma kararını kendi alabiliyor. Bunun önünde hiçbir engel kalmadı.
Avrupa başkentlerinde dolaşan bir dedikoduya göreyse boşanmayı arzulayan Latife Hanım. Hanımefendi Mustafa Kemal ile daha fazla beraber yaşamak istemiyormuş.
Kadın Hakları Hareketinin Lideri
Mustafa kemal ile 29 Ocak 1923’te evlenen Latife Hanım esaslı bir kadın hakları savunucusuydu. Evliliğini ve hayatını da bu ideallere uygun olarak sürdürdü. Kadınların sosyal ve ekonomik seviyesini Batı’daki akranlarının seviyesine çıkarmak için var gücüyle çabaladı.
Bu gayreti esnasında geleneksel örtüleri takmadı (doğum yeri olan Selanik’e* yabancı bir gelenektir gerçi bu örtüler) ve işi bir adım öteye taşıyarak kendisini görmek için bekleşen kalabalığın karşısına binici kıyafetleri ve koyu siyah saçları üzerinde salınan süslü bir eşarp ile çıktı.
İzmir’in varlıklı bir tüccarı olan Uşakizade Muammer Bey’in kızı olarak New York’taki pamuk borsasıyla iyi ilişkiler kurdu. Buradan çok iyi bir eğitim alarak yurduna döndü. Avrupa’da eğitim almazdan evvel İzmir’de Türkiye’nin en meşhur yazarlarından biri olan amcası Halid Ziya Uşaklıgil ile çalıştı. Paris’te ve Blarritz’de yaşadı. İngilizce, Almanca ve Fransızca’yı kusursuz konuşur. Pek çok modern Türk kadının aksine, kendi anadilini de kusursu konuşur.
Duyguları değil fikirleri paylaşmaya yatkın olan Latife Hanım, Avrupa’da okurken bile Türkiye’nin sorunlarına karşı –bilhassa da kadınların sorunlarına karşı- ilgiliydi. Mustafa Kemal ile ilk buluşmaları Latife Hanım’ın baba evinde olmuştu. İkili baş başa oturmuş ve gelecekle ilgili idealleri hakkında konuşmuşlardı.
Latife Hanım’ın sonradan aktardığına göre bu sohbetler dört gün sürmüş ve beşinci günün akşamında Paşa, kendisinin onu tamamlayacak bir eş olduğu kanaatine varmış. Paşanın bu teklifini duygusallığa kapılmadan kabul etmiş. Aşağı yukarı 650.000$’lık bir çeyiz hazırlanmış ve Türk örf ve adetlerine aykırı bir nikahı, romanlardaki gibi bir düğün izlemişti. İzmir’de, baba evinde 50 konuğun davet edildiği bir kutlama partisi de tertiplenmişti. Latife Hanım bu esnada mutfaktaydı. Mustafa Kemal kendisini görmek ister ve hanımefendiyi mutfakta bulur. Onu yanında görmek ister. Latife Hanım bu duruma çok şaşırır. Babası şahit olur ve bir nikah memuru seremoniyi yönetir. Latife Hanım “zannediyorum evlenirken eşinin yanında olan ilk kadın ben olacağım” der. Türk geleneklerine göre erkeğin yanında onun evlilik teklifine cevap vermek için kadının kendisi değil vekili durur.
Ankara’ya döndüklerinde eşinin yanındaki koltukta yerini alan gelin sansasyona neden oldu. Nefis ve büyüleyiciydi. Meclisin hem sağı hem de solunun takdirini kazandı. Eşine hemen her yerde eşlik etti; hatta savaşta bile**. Pozisyonunu ve etkileyiciliğini kadın reformları için kullanmakta gecikmedi. Milletvekili Salih Efendi***’nin mecburi izdivaçla ilgili kanun teklifinin reddedilmesinden sonra Latife Hanım yeni milletvekili olarak da teklif edilmişti****. Fakat hanımefendi hiçbir zaman bu makamın peşinden koşmadı.
Evliliklerinin üzerinden birkaç ay geçtikten sonra Mustafa Kemal Paşa iki Türk geleneğini daha çiğnemiş oldu. Konya’da kendisi bir şölene davet edilince eşini de beraberinde götürdü. Böylelikle ilk kez erkekler ve kadınlar resmi bir ortamda beraber oturmuş oldular. Ayrıca ilk kez akşam ezanından sonra Türk kadınları dışarıda kalmaya cüret edebildiler. Bu yenilik beraberinde mühim tepkiler getirdi ancak bunlar çoğunlukla leyhte tepkilerdi. 1923 Şubat’ında, Amerikalı bir muhabiri verdiği mülakatta “Eşim ve ben politik konularda olduğu gibi kadının konumuyla ilgili de müthiş bir uyum içerisinde düşünüyoruz.” dedi.
*Latife Hanım İzmir doğumludur.
** Latife Hanım hiçbir savaşta yer almamıştır. Mustafa Kemal ile evlilikleri boyunca Türkiye Cumhuriyeti bir savaşa girmemiştir.
*** TBMM I. Dönem milletvekilleri içerisinde dört Salih Efendi bulunmaktadır. Kast edilen, Erzurum mebusu Mehmet Salih Yeşiloğlu olmalıdır. Meclisin I. dönemi 154. birleşiminde (17/02/1924) “mecburi izdivaç ve taaddüdü zevcat hakkında kanun teklifi”nde bulunmuştur. Salih Efendi kadın nüfusunun arttığını, erkek nüfusunun kadınlara nazaran çok düşük kaldığını, bunun da çok eşliliği zaruri hale getirdiğini ifade etmiştir. Fuhuş ve sefahatin de arttığını gözlemlemiş, bekarları evliliğe mecbur etmek gerektiğini savunmuştur. Teklifi reddedilmiştir.
**** Meclis tutanaklarında böyle bir teklife rastlayamadım.
14.08.1925
SOVYETLERİ TÜRKİYE’DE GÜÇ KAZANDIĞI SÖYLENİYOR
Balkanlar, Türkiye, Suriye ve Filistin temaslarında bulunan senatör William H. King, Türkiye ile olan ticaretinde eski konumuna ulaşmak için diğer rakiplere nazaran en fazla yol alan ülkenin Almanya olduğunu söyledi. Türkiye ile pazarlık masasına oturacakların Sovyet Rusya’yı da hesaba katması gerektiğini de ekledi. Senatör, Türkiye ile Amerika arasındaki antlaşmaya muhalif olan isimlerden biri.
Türkiye ile antlaşmayla ilgili alacağı tavrın henüz netleşmediğini söyleyen senatör; Ankara, İstanbul, İzmir ve Konya’daki Lozan hükümleri altında bulunan Türk mahkemeleriyle Rusya’daki Çeka* mahkemelerinin benzerliğinin kendisini Lozan’ın pek çok hükümlerine uyulmadığı konusunda ikna ettiğini ifade etti ve ekledi: “Mustafa Kemal Paşa’nın yönetimi altındaki Türkiye ile yapılan antlaşmanın ne kadar kıymetli olduğu tartışılır.”
Senatör İstanbul’daki tüm elçiliklerin Ankara’ya taşınması gerektiğini n aşikar olduğunu, geriye kalanların ise Sovyetlerin Leningrad’ı yahut Mustafa Kemal’in İstanbul’u terk ettiği gibi terk edileceğini belirtti. “Ankara modern kolaylıklardan yoksun, ham bir ortaçağ kenti. Kemalistler ile pazarlık yapmak isteyen milletler Almanlar ve Sovyetler gibi elçiliklerini Ankara’ya taşımak zorundalar.”
“Sovyet Rusya’nın Ankara’da daimi bir elçilik binası var. İçerisinde 40 yahut 50 kişi çalışmakta. Yakındoğu’nun genel kanısı Türkiye ve Rusya arasında gizli bir antlaşma olduğu yönünde. Buna sebep olan ise Mustafa Kemal’in hükümetinin Karadeniz ve Boğazlar’ın güvenliği konusunda çekincelerinin olması.“
“Almanlar Türkler ile ticarette başı çekiyorlar. Ankara’daki yeni yapıların pek çoğu Alman mühendislerin elinden çıkıyor. Demiryollarını döşeyenler de onlar. Amerikalılar ise tütün ticaretinde iyiler ancak Ruslar, Amerika’nın Türkiye’deki petrol kazançlarına mani oluyorlar.”
“Büyük Britanya, İtalya ve Fransa kıskançlık ve birbirleriyle olan rekabet yüzünden güç kazanamazken, Rusya’nın nüfuzu sadece Türkiye ile sınırlı kalmıyor, ticari bağlar ile tüm dünyaya nüfuz ediyor.”
Kemalistleri Amerikan esin ve ideallerinin numunesi olarak gören Lozan destekçileriyle aynı fikirde olmayan senatör, Kemalistlerin gözünün Rusya ve İslam dünyasına çevrili olduğunu, arzu ettikleri zaman İran’ı da almakla övündüklerini ve bu gerçekleşirse Uzakdoğu’ya giden kuzey ve güney yollarını kontrol altına alabileceklerini söyledi.
Senatör son olarak Yunanistan’ın tüm Balkan ülkelerinden daha iyi bir gelişme kaydettiğini, Türkiye’den gelen 1.500.000 Yunanın ülke tarımına ve endüstrisine katkısı olacağını ifade etti.
14.08.1925
KEMAL EŞİNDEN KENDİ İSTEĞİYLE BOŞANIYOR
Türk Başkan, Feminist Lider Latife Hanım ile Olan Evliliğini Sonlandırdı • Farklılıklar Olduğu Biliniyordu • Bir Söylentiye Göre Kemal, Eşinin Kendi Sorumluluk Alanı Dışındaki İşlere El Atmasına Bozuldu • Yalnızca 2,5 Sene Evli Kaldılar • Batı Avrupa’da Eğitim Gören İzmirli Zengin Kadın Varis, Müslüman Geleneklerine Karşı Geldi*
Türkiye Cumhuriyeti Başkanı Mustafa kemal, eşi Latife Hanım’dan boşandı. Resmi açıklamada Mustafa Kemal’in bu kararı 5 Ağustos’ta aldığı duyuruldu.
Resmi açıklamada boşanmaya bir sebep gösterilmedi ancak dedikodulara bakılacak olursa Latife Hanım’ın sorumluluğu olmayan işlere müdahale etme niyeti boşanmanın sebebi.
Şiddetli geçimsizliğin alameti, Bayan Latife’nin Ankara’yı apar topar terk edip İzmir’e, baba evine gelmesidir. Başkan Latife’nin vedasını kabul etmiş oldu.
*Latife Hanım’ın kendi kararıyla eşinin evini terk edip baba evine gitmesi kast ediliyor.
16.08.1925
KEMAL TEKRAR EVLENMEYECEK
Tazminat Olarak Eşine 5000 Pound Ödenecek
Feminizm hareketinin önderlerinden, güzel ve genç eşi Latife Hanım ile boşanan Mustafa kemal, tekrar evlenmeyeceğini ilan etti.
Tazminat olarak eşine 5000 Pound ödenecek.
23.08.1925
KEMAL’İN BOŞANMA NEDENİ POLİTİK
Latife Kendini, Devletin Bekası İçin Gözden Çıkarılan Napolyon’un Josefin’ine Benzetiyor • Türk Liderin İhtirası Yeni Evlilikler ve Hilafeti Beraberinde Getirebilir
Türkiye Cumhuriyeti Başkanı Mustafa kemal, genç ve güzel eşinden boşandığını açıkladığından beri mahalle dedikoduları kaynamaya başladı. Dünya basını eli kulağında, bu evlilikte aksi giden şeyin ne olduğunu dinliyor.
Yetkililer boşanmanın sebebiyle ilgili tek kelime etmezlerken, ajanları tüm dünyaya boşanmanın sebebinin “kişisel” olduğunu fısıldıyorlar. Doğulu yöneticiler böyle konularda kalplerinin sesini dinliyor olabilirler. Fakat Latife Hanım durumun, Napolyon ve Josefin vakasının tekerrürü olduğunu ilan etti.
“Eşimi sevdim ve tüm gücümle onun kendi ve ülkemizle ilgili hayallerini gerçekleştirmesine yardım ettim. Onun yolu üzerinde evliliğimiz bulunuyordu ev Josefin vakasında olduğu gibi burada da kurban edilen kadın oldu. Ben ve eşim cennet bahçesindeki kadar mesut idik. Ta ki yılan gelene kadar. Peki kim bu yılan? Bu da benim sırrımdır ve ölene kadar da benimle kalacaktır. Şunu söyleyebilirim ki eşim için işler o raddeye gelmiştir ki istikbaliyle eşi arasında bir seçim yapmak durumunda kalmıştır. Seçimini yaptı.”
Eski eşinin dudaklarındaki “Napolyon ve Josefin” lafzı ve ölene dek kendinde saklayacağını söylediği sırrıyla birlikte Fas’tan Kalküta’ya, Yakındoğu’daki tüm Müslüman dünya çalkalanmaya başladı. Öyle ki Çanakkale Krizi’nden beri* böyle sarsılmamıştı. “Yılan kimdi” bilmecesinin cevabıyla ilgili yalnızca tahmin yürütülebiliyor. Cevap Musul’un etrafında, Irak sınırları içerisinde gizli olabilir.
Napolyon-Josefin Olayı
Napolyon Josefin’e kur yapmaya başladığında fakir bir Topçu Subayı idi. Josefin’in desteği sayesinde hayallerini gerçekleştirebildi. 13 yıl sonra boşandıklarında, Napolyon Rusya ile uzun süren savaşın ardından Tilsit Antlaşması’nı imzalamış ve hanedanının pozisyonunu sağlamlaştırmıştı.
Eğer Latife Hanım ile Josefin arasında bir benzerlik varsa, Kemal’in boşanma sebebi de politik olmalı. Marie Josèphe Rose Tascher de La Pagerie, 1763 yılında Martinique’de doğdu. Genç yaşta Beauharnais kontu ile evlendi. Napolyon’un Josefin ile evliliği bir ittifaktı.
1804’te Napolyon Fransa Kralı ilan edilince Josefin kendi pozisyonu için kaygılanmaya başladı ve ikinci bir evlilik seremonisi yapılmasında ısrarcı oldu. Fakat Josefin Napolyon’a bir varis veremeyince, evlilikleri 1810 yılında Paris’teki ruhban sınıf tarafından iptal edildi. Napolyon Rus Çarı’nın kız kardeşiyle flört etmeye başlayınca,Fransa ve Rusya’nın yakınlaşmasından korkan Avusturya Kralı, kızı Marie Louise’in bir Korsikalı ile evlenmesine razı geldi. Napolyon’un Rusya ile flörtü aslında blöftü. Rusya’dan red cevabı bekliyordu. Nitekim flörtten 3 yıl sonra orduları Moskova duvarlarını aşmıştı.
Lider Latife Değil Halide
Latife Hanım hiçbir zaman Josefin kadar nüfuzlu değildi. O gücünü aktif bir feminist olmasından alıyordu. Girişimleri onu Türk feminizminin lideri konumuna getirdi. Fakat bu hareketin asıl lideri olan ve bizim Bayan Carrie Chapman Catt** ile beraber çalışan, popüler yazar Halide Hanım’ı hesaba katmamıştı.
Halide Hanım milli bağımsızlığın önemli figürlerinden biridir. Eski eşlerinden biri hükümette görevliydi ve onun politikalarını Halide Hanım yönlendirirdi. Devlette itibarı ve gücü olan birisiydi. Eski eşi Adnan Adıvar meclisteki İstanbul vekillerinden biriydi. Halide Hanım politikasını çok eşliliğe karşıt olmakla sınırlandırmadı. Kanunların geleneğe uymasında kimi zaman sakınca görmedi. Kaldı ki çok eşlilik Türkiye’de zaten yaygın değildi. Sadece köylerde, bilhassa da Kürdistan bölgesinde görülüyordu.
Türkiye’deki modernleşme hareketi, bu koyu Müslümanların uyum sağlayamayacağı kadar hızlı oldu. Nihayet bahar ayında, bu modernleşme hareketine dur demek için Şeyh Said önderliğinde bir isyan başladı. Bu Kemal’e Türkiye’nin dünya ve Müslümanlar nezdindeki prestijini sağlamlaştırma fırsatı verdi.
Devletin bu gidişatından memnun olmayan Doğu vilayetlerindeki (Trabzon, Bitlis, Van ve Erzurum) insanlar mollalar etrafında toplandılar. Başbakan Fethi ılımlı davrandı ve çatlağın büyümesine, Doğu’daki modernizasyon karşıtı aşiretlerin, Hoca Raif Efendi*** liderliğinde iyiden iyiye güç kazanmasına dek göz yumdu.
Aşiretin başındakiler ve suyun başını tutanlar Kürtleri geçtiğimiz bahar isyan için kışkırttılar. Fethi Bey istifa etmek zorunda kaldı ve yerine Lozan’da müttefiklerimizi hırpalayan, Çanakkale’de Britanya İmparatorluğu’na kafa tutan ve İzmir’de Yunan’ı denize döken savaşçı İsmet geldi. Kürt isyanını kısa yoldan halletti. Bölgeye bir ordu gönderdi. Diyarbakır’a vardılar ve iki ay içinde Şeyh Said’i yakaladılar.
Bu zafer Mustafa Kemal’i tekrar büyük bir arabulucu yaptı. Askeri açıda Kürdistan’ın fethi, sarp dağları, derin suları ve iletişimden yoksun bırakan coğrafyası hesaba katılırsa büyük marifettir. Hadisenin Türkiye dışında da yankıları büyük oldu. Zira 1918’den beri İngilizler Irak ve Hindistan’ı savunacak; Mezopotamya ile Afganistan, Pencap, Kuzey Hindistan arasında tampon görevi görebilecek; kendi ayakları üzerinde durabilen, bağımsız bir Kürdistan yaratmaya çalışıyorlar.
Şeyh Said İsyanı’nda İngiliz desteği olsun olmasın, bu mağlubiyet Ortadoğu’daki İngiliz devlet adamları için bir başarısızlıktır. Çanakkale kahramanı ve modern Türkiye’nin mimarı, hırslı adam Mustafa Kemal’i tanıdılar. Kendi kişisel gücünün doruğunda olduğu da bilinen bir gerçek. Hayat hikayesi ona azmin ve enerjinin, dehanın bir parçası olduğunu gösterdi.
Mustafa Kemal Paşa’nın hayatı tıpkı diğerleri gibi başladı. Doğumu ona bir imtiyaz getirmedi. Sebatla kazanılan bir şöhrete erişmek için elverişli bir mizacı yoktu. 42 yıl evvel Selanik’te doğdu. Batı dünyasının burjuva diye nitelendireceği cinsten ebeveynleri oldu. Hayali Sultan’ın ordusuna katılmaktı. Babası onu İstanbul’a gönderdi ve burada Alman General von der Goltz**** nüfuzundaki askeri okula girdi.
Enver Bey’in Sağ Kolu
İstanbul’dayken kaçınılmaz olarak müreffeh, hızlı yaşayan genç adamlar sınıfından (Beyler sınıfı) etkilendi. Gözü karalığı, yakışıklılığı, liderlik vasıfları ile akranları arasından sıyrıldı. 1907’de cesur Enver Bey, Genç Türkleri Abdülhamid’in despotluğuna karşı ayaklandırdı. Mustafa Kemal de yardımcısıydı. Onunla beraber savaşlara katıldı. Trablus ve Balkan Savaşları’nda tanınır hale geldi. Birinci Dünya Savaşı’nın başlarında General von Falkenhayn’ın komutasındaydı ve aralarında şiddetli bir çekişme vardı. General Liman von Sanders ile daha uyumlu çalıştılar. Onun hamiliğinde askeri dehasını Çanakkale’de İngilizlere gösterdi.
Latife Macerası
1918 yılında Mondros imzalandığı vakit, Mustafa Kemal ülkesinin en şöhretli ismiydi. Hareket etmenin tam vakti olduğuna kanaat getirdi ve İstanbul’dan ayrılarak Anadolu’ya geçti. Sivas’ta bir milli meclis topladı. Ardından Ankara’ya geçti. Türkiye’nin gerçek devleti olarak tanıttığı devletin taslağını tamamladı. İstanbul’daki hükümete karşı ayaklandı ancak henüz Sultan’a karşı gelmedi çünkü halk nazarında hala saygı görüyordu. Bu eylemlerinin sonucu onu savaşa devam etmeye zorladı. Sevr Antlaşması’nı iptal etti, Sultan’ın antlaşmayı imzalayan diplomatlarını tanımadı. Kilikya’da Fransızlar ile, Batı Anadolu’da Yunanlar ile çarpıştı ve işgalci kuvvetleri Boğaz’dan kovdu. Her savaşında muzaffer oldu. Avrupalılar Çanakkale ve Boğazlardan çekildiler. Ülkesinde Gazi olarak anıldı ya da kurtarıcı. Ağzından çıkan her söz kanun oldu. Değişimleri her ne kadar demokratik yollarla yapsa da asıl güç her zaman onun elindeydi. Ne tasarlamıştı? Bunu kimse bilemez. Napolyon gibi bir imparatorluk hayali mi kuruyor? Türkiye’yi eski konumuna mı getirmek istiyor? Bir kurtarıcı, parçalanmış ülkesiyle ilgili ne planlıyor olabilir? Yunanistan’a karşı kazandığı zafer sonrasında İzmir’de Latife Hanım ile tanıştılar. Uşakizade Muammer isminde zengin bir tüccarın kızıydı. Latife ona çantada keklik olarak göründü. Latife Hanım 29 Ocak 1923’te şöyle anlatıyor: “Batılı kadınlar eşleriyle nasıl tanışıyorsa biz de öyle tanıştık” Bu Türk geleneklerine aykırıydı. Geleneklere göre pazarlık ebeveynler arasında yapılırdı. Kemal’i reddetmek veya kabul etmekte özgürdü. İlerleyen günlerde Kemal evleneceklerini duyurdu.
Peygamber Soyundan Biriyle Evlenebilirdi
Aylarca Anadolu’yu gezdiler. Orta boylu, sivri dilli, utangaç ve sinirli Kemal; neşeli, balıketli, kısa eşiyle tam bir tezat oluşturuyordu. Tıpkı Napolyon ve Josefin örneğindeki gibi Mayıs ile Kasım kadar ayrıydılar. Kemal İngiliz süitleri üzerine kalpak giyerdi. Latife ise geleneksel Türk kıyafetleri giyer, yüzüne peçe örtmezdi.
Bu evlilik büyük olaylardan evvel gerçekleşmişti. Vahdettin kovulmuş, padişahlık kaldırılmıştı. Mustafa Kemal’in başkan olduğu bir cumhuriyete dönüşüyordu ülke. Hilafeti tarihi bir hata olarak gören hükümet bu kurumu da ilga etti. Tüm bu olayların sonucunda Kemal gücünü ve saygınlığını arttırdı. Kürt isyanından evvel, Mustafa Kemal aleyhindeki padişah yanlısı grup yavaş yavaş şekillenmiştir. Ancak Kürtlerin bozgunuyla beraber Mustafa Kemal hiç olmadığı kadar güçlü hale geldi.
Bir sonraki adım ne olacak? Belki Batı karşısında zayıf kalan Müslüman dünyasının liderliğine soyunacak. Peygamber soyundan kimselere ayrılmış olan hilafet makamını yüzyıllardan beri, o soydan gelmeyen Osmanlı sultanları işgal ediyorlardı. Öyleyse niçin Mustafa Kemal de bu makama talip olmasın? Bu arzusuna mani olacak bir kişi vardı, o da eşi Latife Hanım. Artık yok.
Kemal isterse yeniden evlenebilir ve bu evliliği peygamber soyundan gelen biriyle yapabilir. Eğer öyle yaparsa halife olur mu dersiniz?
[…]
*Türklerin 9 Eylül 1922’de İzmir’e girmesinden sonra, İngiliz-Fransız kontrolündeki Boğazlara ilerlemesiyle başlayan kriz, Başbakan Lloyd George’a iktidarını kaybettirdi.
**Amerika’daki feminist hareketin önemli isimlerinden biri.
***Raif Dinç. Beş dönem milletvekilliği yapmıştır.
****Colmar von der Goltz. Osmanlı ordusuna modern orduya geçişte rehberlik etmiş askerlerdendir. İttihat ve Terakki ile Kemalist kadrolara derinden tesir etmiş, askeri olduğu kadar siyaseten de önemli bir figürdür.
23.08.1925
ÇOĞU TÜRK KADINI BATIYA AYAK UYDURUYOR
Türk kadını bundan böyle limonlukta bir yaratık değil*. Şimdiden Batılı bir görünüm içinde. Yavaş yavaş ancak kendinden emin bir şekilde yüzünü örten peçeyi kaldırıyor ve yüzünü gösteriyor. İhtiraslı bir sporcu olma yolundalar. Bilhassa tenis ve yüzmede yol kat ediyorlar. Batılı kardeşleri gibi giyiniyor ve şapka takıyorlar.
Tüm bunlar Mustafa Kemal Paşa’nın liderlik ettiği Ankara Hükümeti’nin yüreklendirmesiyle oluyor. Geçenlerde kadın erkek seyircilerin beraber izlediği bir kadınlar yüzme ayrışması düzenlendi. Sultan’ın yönetimindeki Türkiye’de kadının kamusal alanda spor yapması olacak iş değildi.
Kadınların yalnızca müsabakada rekabet ederlerkenki değil, kazananların banyo kıyafetleriyle görüntüleri de yayınlandı. Eskiden olsa bunun için korkunç şekilde cezalandırılırlardı.
Türk kadınıyla ilgili gelişmeler alkışlanıyor. Bir zamanların zorunlu aksesuarı olan peçe yerine şapka takmaları, bir Türk kadını olan ve Amerika’da Türkiye’nin sorunları üzerine çalışan Hatice Selma Ekrem** ile başladı. Türkiye’ye döndüğünde fark etti ki erkekler fes ve kalpak yerine şapka takıyorlar. O da Amerikan şapkasını taktı. Bir yıl evvel, bir kadın peçe takmaya karşı çıksaydı polislik olurdu.
*”…no longer is hothouse creature…” ile kadın limonluktaki bir bitkiye benzetiliyor. Türkçe’de buna karşılık gelir bir deyim bulamadım. Belki şunu eklemek aydınlatıcı olabilir; İslam'ın güle ve kadına bakışı çok benzer. Gül, bahçedeki diğer çiçeklerle bir arada tutulmaz. Onun yeri gülistan denilen ayrı bir yerdir. Batılıların tecrit olarak gördüğü şeyi Müslümanlar “el üstünde tutma” olarak görmüşler yahut kendilerini böyle savunmuşlardır.
** Hatice Selma Ekrem, Namık Kemal’in torunudur. Peçeye İsyan (1930) isimli bir hatıratı yayınlanmıştır. Kitaptan Osmanlı İmparatorluğu’nun son yılları ve Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluş yıllarındaki sosyal hayatla ilgili fikir edinilebilir. Ayrıca New York Times Editörüne yazdığı mektup 11.09.1924 tarihinde yayınlanmıştır. (Bkz. Eylül 1924)
30.08.1925
TÜRK POLİSİ SAKALINDAN OLUYOR
Yenilik üstüne yenilik yaşayan Türkiye modaya uyuyor. İstanbul’un pitoresk gece bekçisi, sakallarını tıraş etmek zorunda. Talimat validen geldi. Uzun saçlarını kesecekler, renkli atkılarını ve torba gibi pantolonlarını bir kenara atacak, üniforma giyecekler.
Şehrin uykusuz sakinleri bundan böyle bekçinin demir çubuğunu da duymayacak. Hırsızlar kendilerini uyaran bu “tap tap tap” sesi için minnettarlardı. Artık cop kullanacaklar. Hem taşıması daha olay hem de kullanışlı. Bekçiler evvelden parayı kendi mıntıkalarındaki ev sahiplerinden alırlardı. Hükümet bundan böyle düzenli maaş verecek.
30.08.1925
TÜRK KADINI ESKİ BAĞLARINDAN KURTULUYOR
Mustafa Kemal’in, ultra-modern eşi Latife Hanım’dan boşanmasıyla, dünya bir kez daha Osmanlı’dan kalan evlilik ve boşanmayla ilgili geleneklere dikkat kesildi. Latife Hanım’ın feminist idealleri ve politik aktiviteleri boşanmanın sebepleri olarak gösteriliyor. Türk kadınını modernleştirmekle ve erkekle eşit seviyeye getirmekle ilgili bir tutkusu olduğu söylenen Mustafa Kemal acaba ne kadar samimi?
Yasal Pozisyon Değişti
Fakat asıl olay Türkiye’nin liderinin eşinden eski usullerle boşanmış olması ve eşini ‘erkekler dünyasında rol kapmaya çalışmasından’ rahatsız olmasıdır. Türkiye’nin köhne geleneklerinden kurtulması için kat edecek daha çok yolu var. Kadınların sokaklarda görünür olmaya başlaması yahut peçesiz sokağa çıkabilmeleri, onların Batılı kardeşleriyle eşit olduğu anlamına gelmiyor.
[…]
Muhtemelen Türkiye’de kadının pozisyonu hiç bu kadar süratle değişmemişti. Fakat yasaların değişmesi gelenekleri değiştirmeye yetmiyor. Evlilik ve boşanmada b eski geleneklerin tekrar hortladığı görülüyor. Her ne kadar yasalar değişse de Ankara ve İstanbul gibi büyük şehirleri bir tarafa bırakırsak, ülkenin geri kalanında kadının pozisyonu Sultan’ın yönetimindeki Türkiye’den pek de farklı değil hala.
İslam peygamberi erkeğe dört eş ve istediği kadar da cariye alma hakkı tanımıştı. Batılılar için bu ahlaken kabul edilemez olsa da Muhammed’in zamanındaki Arabistan’ın ölçüsüz çok eşliliği hiç olmazsa sınırlandırıldı. Bir keresinde bir Türk gazeteciye, ülkesinde kadının geri planda olması hakkında ne düşündüğünü sormuş ve sert bir yanıt almıştım: “Mutlu değiller mi? Faydalı ve onurlu bir hayat için yetiştiriliyorlar. Bir annenin yahut eşin yaptığı iş bir avukat yahut doktorun yaptığı işten daha mı az cazip?”
Nasıl ki bir erkek yeni bir eş istiyorsa; kadının da aynı şekilde yeni bir koca isteyebileceği fikri Türkün aklına bir türlü girmiyor. Geçtiğimiz yıllarda çok eşlilik Türkiye’nin kaymak tabakası için olağandışı bir durum. Türk kadınları gösterişli mahluklar ve Paris’ten gelen lüks ipeklerden, parfümlerden, kozmetik ürünlerinden haberdarlar. Bir adamın birden çok kadının ihtiyaçlarını karşılaması için epey zengin olması gerekir.
Türkiye’deki evlilik sürecini anlatmanın en iyi yolu Hüseyin Ahmed’in flört ve nikah sürecinden bahsetmek olacak. Hüseyin Ahmed, 1921 yazını geçirdiğim, Karadeniz kıyısındaki Kilyos’ta konuk olduğum evin sahibiydi. Hüseyin, Muhtar Muhammed Bey’in 16 yaşındaki kızı Ermina’yı çeşme başında gördü. Öyle görünüyor ki Türkiye’de romantizm köylerdeki çeşme başlarında başlıyor. Sonra da bakışıp aşık oldular.
İşleri Düzenleme
Hüseyin durumu babasına anlatınca, anne ve babası hazırlanıp kızı istemeye, Muhtar Muhammed Bey’in evine gittiler. Muhammed Bey razı oldu ve kızını koruyabilmek için bir antlaşma imzaladılar. Muhtar, bir köylü için iyi eğitimli sayılır. Antlaşmaya “ eğer Hüseyin ikinci bir eş almak isterse, kadın çeyiziyle beraber baba evine dönmekte serbesttir” diye bir madde koyduruyor. Hüseyin ve Ermine elbette birbirleriyle evlenmek istediler. Fakat bu her zaman böyle olmuyor. Burada aileler çocuklardan habersiz onların evliliklerini organize ediyorlar.
Kutlamalar Ağustos ayında bir Cuma günü başladı ve bir hafta boyunca sürdü. Ağustos ve Eylül ayları düğün için en çok tercih edilen zamanlar çünkü bu mevsim hasat zamanı. Yemekler de ucuz. Perşembe günü Hoca ve gelini getiren iki yaşlı adam göründü. Hoca “Ermina ile evlenmek istiyor musun?” diye sordu. Hüseyin “Evet” diye yanıtladı. Soruyu üç kez tekrarladı ve üçünde de aynı cevabı aldı. Sonra aynı sorular Ermina’ya soruldu ve aynı cevaplar alındı. Akşamüzeri gelinin evi önünde arabalar* toplaştılar. İlk En öndeki araba ipekler ile bezenmişti ve ona Ermina ile Ermina’nın annesi ve kız kardeşi binmişti. Diğer arabalarda kız tarafının kadınları vardı. Muhammed Bey’in evinin geldiler ve gelini giydirmeye koyuldular. Gelinlik bembeyaz ipektendi. Kırmızı renk bir peçe ile yüzü örtülüydü. Gelin giydirildikten sonra aracına bindi ve beraberindekilerle Hüseyin’in evine doğru yola koyuldu. Gelinin yol boyunca ağlaması bir gelenektir. Damadın evine vardıklarında Ermina’ya gün batımından iki saat sonrasına kadar evli bir kadın eşlik etti. Sonra da Ermina’yı yalnız bıraktı.
Aynı günü Hüseyin arkadaşlarının evinde geçirdi. Kendi kendine yıkandı ve giyindi. Gün batımından iki saat sonra arkadaşlarıyla beraber camiye gittiler. Hüseyin’in evliliği hayırlı olsun diye dua ettiler. Daha sonra Hoca ve köyün en iyi ilahi söyleyenleri Hüseyin’in vardılar. Bu esnada pek çok seyirci de ellerinde kırmızı ve yeşil lambalarla onları izledi.
Evin bahçesine vardıklarında içeri ilk Hoca girdi. Sonra Hüseyin ve diğerleri onu takip ettiler. Kapıdan geçer geçmez onları büyük kaplarda şerbetler bekliyordu. Beraberce içtiler. Oradaki Türkler bana, eşlerini düğünden önce hiç görmediklerini söylediler. Gelin ve güveyin bir araya geldiklerinde yaptıkları ilk şey diz çöküp, ibadet etmek** Cümbüşse sabaha kadar sürdü.
Günümüzde dahi köylerde aynı gelenekler sürmektedir. Değişen pek bir şey yoktur. Bunlar bir ibadet yahut dini gereklilikten çok ritüeldir.
Boşanma ise kadı tarafından ilan edilir. Mustafa Kemal ise boşanmasını kendi ilan etti. Eskiden bir adam eşini boşamak için kadıya koyun, şeker gibi hediyeler vermek zorunda kalırdı.
Kürdistan’da Boşanma
Boşanmayla ilgili yasal düzenlemeler henüz tamamlanmış değil fakat Batı’daki gibi olması yolunda çalışıyorlar. Fakat günümüzün sivil yargıçları da eskinin kadıları kadar hediyelere meraklı. Göçebe bir hayatın yaşandığı Kürdistan’da bir erkek karını boşarken, kafası üzerinden beş taş atar ve “Allah’ın izniyle seni boşadım” der.
Savaşla geçen uzun yıllar süresince Türkiye’deki kadın nüfusu erkeklerden fazla oldu. Bazı yerlerde bir erkeğe beş kadın düşüyordu. Her ne kadar çok eşlilik şu an yasadışı olsa da kadının yabani bir binek hayvan gibi görüldüğü bu yerlerde hala devam ediyor.
Fakat entelektüeller arasında bekarların sayısı artmakta. Modern Türk erkeği, üretken olmayan bir kadınla evlenmekte tereddüt ediyor zira ülkenin ekonomik şartları nedeniyle kendine dahi bakmakta zorlanıyor. Latife Hanım’ın da destekçisi olduğu, erkeklere evliliği mecbur kılan yasa meclisten geçmedi. Bu, azat edilen Türk kadınını zor durumda bırakacak. Kendisini koruyan ve kollayan kalkanlar varken onlardan mahrum kalacağı bir hayata kendilerini hazırlayamamışlardı. Gelecek ne gösterecek göreceğiz.
*Kast edilen otomobil olmasa gerek. Özgün metinde “cart” kelimesi kullanılmış. Otomobil kast ediliyor olsaydı muhtemelen bu kelimeyi tercih etmezdi. El arabası, yük arabası, çekçek gibi şeyler kast ediliyor olmalı.
** Namaz kılmak kast ediliyor.
31.08.1925
TÜRKLER KEMAL’İN ŞAPKA MODASINA UYUYOR
Erkekler Feslerini Kadınlar Peçelerini Bıraktılar
Mustafa Kemal’in Avrupa kıyafetlerine adapte olma konusundaki yüreklendirmeleri ve teşvikleri karşılık buldu. Türk gazetelerindeki muhabirler Kastamonu’dan İnebolu’ya geçerlerken*, tüm halkı kalpaklı, türbanlı ve fesli görmüşler. Ancak geri dönüşte tümünü Panama şapkalarıyla** bulmuşlar. Dahası, kadınlar da Mustafa Kemal’i peçelerini atmış ve yüzleri açıkta karşılamışlardı. Mustafa Kemal peçeyi kaldırma konusunda kadınları teşvik etmiş, bu kıyafeti erkeğin sığ bencilliğinin bir uzantısı olarak gördüğünü ifade etmişti.
* Şapka devriminin işareti 23 Ağustos 1925’te Kastamonu’da verilmiştir. Oradan da İnebolu’ya geçilmişti.
**Panama Kanalı inşası esnasında, işçileri güneşten korumak amacıyla Ekvador’dan getirilen bir şapka. İngiltere Kraliyet Ailesi tarafından da benimsenmiş ve kendileri için vazgeçilmez bir aksesuar olmuştur. Mustafa Kemal de şapka devrimi esnasında Kastamonu’da bu şapkayı giymiştir.