16.01.1925
TÜRK BOŞANMASI
Prenses Şivekâr*, Bayan Spreckels**’i Suçladı
Bugün Türk mahkemelerinde, içinde bir Amerikan kadının da yer aldığı dava görülmeye başlandı. Kral Fuad***’ı birkaç yıl önce boşayan Mısır Prensesi Şivekâr’ın dedektifleri ona telefon ederek kocası Kaptan Selyom Bey’in**** Kaliforniyalı Bayan Spreckles ile Boğaziçi’nde yatla geziye çıktığını bildirdiler.
Bayan Sprecklers’ın kocası birkaç yıl önce araba kazasında öldü ve o zamandan beri Prens Suad***** ile evli. Çift gezintilerinden geri döndüklerinde Prenses bayanı tokatladı ve Selyom Bey olay yerinden kaçarak uzaklaştı.
Kaptan Selyom eve döndüğünde kapıyı kilitli buldu ve kırmaya çalıştı. Prenses polisi çağırdı ve bu adamı tanımadığını söyledi. Aynı gün de bir boşanma dilekçesi doldurmayı ihmal etmedi.
* Şivekâr Hanım, Kuleli ve Harbiye mezunu olan Ahmed Paşazade İbrahim ile Nevcihan Hanım’dan olma kızıdır. Babası tarafından ilk eşi Fuad’ın da kuzenidir. Mutsuz bir evlilikleri olan çift, çok sık kavga ederlermiş. Bu kavgalara bir keresinde prensesin kardeşi Seyfettin de dahil olmuş ve Fuad’a ateş etmiş, onu boğazından yaralamıştır. Kral ömrü boyunca bu yarayı taşımış. 1895 senesinde evlenen çift, 1895’te boşanmış. Şivekâr Hanım dört kez daha evlenmiştir. İkinci evliliğini Rauf Orbay ile yapmıştır. Her nedense bu bilgiye hiçbir Türkçe kaynakta rastlamadım.
** Sidi Wrt Spreckles. Zengin iş adamı Jack Spreckles’in eski eşi.
*** Ahmed Fuad Paşa. İngiltere’den bağımsızlığını kazanan Mısır’ın ilk kralıdır.
**** Selyom dediği muhtemelen Şivekâr Hanı’ın dördüncü eşi Muhammed Salim Halil Bey.
***** Prens Suad diye bahsedilen, II.Abdülhamid’in yeğeni, Halikarnas Balıkçısı ismiyle tanınan Cevat Şakir’in kardeşi Suat Şakir’dir.
23.01.1925
TÜRKLER RAKI İÇİN OY KULLANDI
Meclisin Bu Hamlesi İçki Yasağının Geleceği Şeklinde Yorumlandı
Meclis dün aldığı kararla rakıyı, bira ve diğer likörler gibi halka açık satışı yapılan içkiler sınıfından çıkarttı. Ayrıca komite sadece biranın halka açık yerlerde içilebileceğine karar verdi.
Rakıya karşı bu tedbirlerin alınması anlaşılabilir, çünkü meydana gelen suçların çoğu onun tesirinde işleniyor ve ucuz olduğundan düşük gelirli kesimler bu içkiye kolayca erişebiliyor.
23.01.1925
TÜRKİYE SARAYLARI SATACAK
Devlet Çiftlikleri ve Diğer Mülkler de Listede
9.500.000TL açık veren Türk bütçesini dengelemek için imparatorluk saraylarından küçük olanların satılması gündemde.
Devlete ait çiftliklerin de kiracılarına imtiyazlı satılmasına karar verildi. Göçmenlerin yerleştirildiği topraklardaki fazla yerler de yine satılacak.
25.01.1925
ELÇİLER ANKARA YOLCUSU
Dışişleri, vekillikleri için ayırdığı bütçeyi kesti. 1 Mart’tan itibaren yabancı ülke temsilcileri Ankara’da ikamet edilecekler ya da aracılarını oraya yollayacaklar.
Fransa Konsolosu Cevat Bey Paris’e, işinin başına döndü.
25.01.1925
TÜRKİYE BATI DÜNYA’SINA GÜVENMİYOR
Marguerate E. Harrison
Birinci Dünya Savaşı’na kadar Batılılar için Türkiye demek İstanbul demekti. Birçok yabancının Asya kıtasında yer alan Anadolu’dan haberi yoktu. Şu an Türkiye’nin Avrupa kıtasında, Karadeniz ve Çanakkale boyunca uzanan ve aktif bir liman olarak kullanılmayan çok dar bir kıyı şeridi var. Ticaretin büyük bir kısmı İzmir, Samsun ve Trabzon limanları üzerinden yapılıyor.
Ülkenin yeni başkenti, Anadolu’nun merkezinde bulunan Ankara şehri. Beş aylık Anadolu gezimin ilk ayını Ankara’da geçirdim. Seyahatim boyunca neden Türklere ‘korkunç’ lakabının takıldığına anlam veremedim. Ürkek kelimesi daha uygun olurdu. Çünkü Türkler şüphe ve güvensizlik duygularının esiri olmuş, otoriteden çok korkan bir halk. Yüzlerce yıl süren despotik yönetimin etkilerinin izlerini taşıyorlar.
Toplumun bu yapısı ve özelliği şu anki yeni cumhuriyette bulunan yabancı düşmanlığının tohumlarını taşıyor. Fakat yabancı şirketlere ve yabancılara duyulan düşmanlığın asıl nedeni bence korku. Ve şu anda Türkiye’nin ekonomik gelişiminin önündeki ana engel de bu.
Türkler İş Adamı Değil
Birinci Dünya Savaşı Öncesi başlayan petrol yarışı yüzünden, Batı gözünü Türkiye’ye çevirdi. Savaş bu durumu erteledi ancak savaştan sonra kurulan yeni cumhuriyetle, yabancı kaynaklı şirketler gözlerini tekrar Türkiye’ye çevirdiler. On yılı geçen savaş yüzünden fakirlik toplumu vurmuştu ve Türkiye ekonomik yönden durağan haldeydi. Yabancı sermaye ve tekniğine çok büyük ihtiyaç vardı. Ama geçen bahara kadar yabancı şirketlere önemli bir ihale verilmedi, ticari durumda da herhangi bir pozitif gelişme gösterilemedi. Bu durumun iki sebebi var; birincisi Türklerin kendi yeteneklerine güvensizlikleri, ikincisi de yabancı sermayeye duyulan politik korku.
İş yaşamı tecrübesine sahip çok az Türk var. Türkler genelde savaşçı ya da çiftçi idi ve savaşa kadar ticaret Yunan ve Ermenilerin elinde idi. Osmanlılar Orta Asya’dan Anadolu’ya geldiklerinde mevcut ticari ve ekonomik yaşama el koydular. Birinci Dünya Savaşı’na kadar yapılan birçok savaşta yabancılar asker olarak alınmadı. Yunan ve Ermeniler iş hayatını geliştirerek zenginleştiler ama Türkler savaştıkça fakirleştiler. Böylece Türk asla bir iş adamı olamadı. Türkler ya öğrenmeli ya da hükümet yabancı çalışanlara olan tavrını değiştirmeli çünkü yabancı şirketler burada iş kuracaksa tecrübesiz Türkleri değil kendi tecrübeli elemanlarını çalıştırmak isteyeceklerdir.
Yerli işgücü çok kısıtlı ve yetersiz ama Ankara yabancı işçi istemiyor. Türkiye normalde bir tarım ülkesi. Eğer halkın büyük kesimi tarımdan inşaata kaydırılırsa tren raylarının döşenmesi için gerekli nakliyat yapılamaz ve şehirlerde ticaret durur. Türkiye’nin şu anki nüfusu 10 milyon ve uzmanlara göre ekonomik olarak Türkiye 80 milyon kişiyi kaldırabilir. Türkler bu gerçekleri kabul etmiyor ve yabancı işçi istemiyorlar. Yetenekli iş gücüne gelirsek durum daha kötü. Türkiye’deki zanaatkarların neredeyse hepsi ya Yunan ya Ermeni. Yunanlar nüfus mübadelesi ile sınır dışı edildi, Ermeniler ise ya öldürüldü ya sınır dışı edildi ya da kendileri ülkeyi terk ettiler. Makedonya’dan Yunanların yerine gelen Türklerin de çoğunluğu çiftçi.
Vize İşlemleri Yavaş İlerliyor
Yeni hükümet eski bürokratik yöntemlerle meseleleri halletmeye devam ediyor. Vizeli pasaport Anadolu’daki bir turist için yeterli değil. Bir vilayetten diğerine seyahat için polis kontrolü şart. Yabancıların tüm eylemleri iç işlerine rapor ediliyor. Üstelik her valinin kendi özel ajanları var. Ayrıca yabancıların mektupları posta ofisinde açılıp okunmakta. Çoğunun vizeleri asılsız ve basit gerekçelerle reddediliyor. Ben Ankara’dayken Standard Oil şirketinin üst düzey bir yetkilisine, Anadolu’daki ofisini ziyaret etmesi ve misyoner babasını görmesi için izin verilmedi. Bu işlemler haftalar alıyor ve Türkler reddetmek için hep bir bahane buluyor.
Konya’nın yakınlarında bulunan bir yeri ziyaret etmek istediğimizde, eğer valiye sorarsak izin alamayacağımızı ama gayri resmi girersek bir sorun çıkmayacağını öğrendik. Türk çiftçilerin gündelik yaşamlarını fotoğraflama isteğimiz yetkililerde büyük şüphe uyandırdı. Yakın zamanda bir bağış organizasyonun, Türklerin yaşantısını yanlış aktardığını ve gerçekleri saptırdığını söylediler. Türklere göre yapılan okulların, inşaatların ve iyi giyimli Türklerin fotoğraflanması daha mantıklı.
Misyonerlik veya eğitim işi yapan organizasyonların da işi zor. Çoğu kapatıldı, Robert Koleji dışında Amerikan organizasyonu kalmadı. Yabancı organizasyonlara yapılan bazı kısıtlamalar akla uygun. Mesela yabancı okullarda Türkçe eğitim verilmesi ve kendi doktorları işsiz olduğu için yabancı doktorlara lisans verilmemesi gibi. Ama yabancı bir doktorun kendisine hasta olarak gelen yerli din adamlarına hac işareti yaptığı iddiası ile tutuklanması gibi olaylar son derece gülünç.
Misyoner Korkusu
Misyoner savunucusu değilim. Evanjelistik görevleri onaylamıyorum ve bence Hıristiyan olmayan ülkelerdeki yabancı istihdam, dini etkiden uzak olmalı. Türkiye’deki misyonerler hep Hıristiyan azınlıkla ilgilendiler. Irksal ve dinsel ayrışmayı körüklediler ve bu da politik müdahalelere sebep oldu. Türklerin geçmiş tecrübeleri nedeni ile misyonerlere şüphe ile bakması normal ama kanuna uyanları rahatsız etmemeli.
Hükümetin yabancılarla olan ilişkisini Türk çoğunlukla da sürdürdüğünü görmek ilginçti. Korku psikolojisi ve çoğunluğun göz ardı edilmesi, demokratik bir cumhuriyet değil oligarşi doğurdu. Türkiye, Mustafa Kemal Paşa ve onu destekleyen küçük bir grup tarafından yönetiliyor. Organize bir muhalefet yok.
Savaş bittikten sonra basında sansürün kalkması gerekiyordu ama halifeliğin kaldırılmasını protesto eden Ağa Han’ın açıklamasını yayınlayan basın mensupları gözaltına alındı. Bunlar arasında Vakit gazetesinin direktörü Lütfi Bey beş yıl cezaya çarptırıldı ama sonra şartlı salıverildi. Ulusal meclis milletvekillerine dokunulmazlık veriyor ama hükümetin eylemlerine ters bakan bir milletvekili hemen gözetim altına alınıyor. Birkaç ay önce Rauf Bey ve başka bir yetkili, meclise mektuplarının okuduğu şikayetinde bulundular. Soruşturma yürütülmesi ve üç gün içinde raporlanması meclisçe karara bağlandı ama raporda durum inkar edildi.
Cumhuriyet altında yönetim kademelerini dolduran kişilerin çoğu Osmanlı’dan kalma ve eski yönetimin kötü geleneklerini içselleştirmiş insanlar. İlerleyici liderler ise küçük bir grup. Ve bu iki grup birbirine güvenmiyor. Türklerde politika kişiler üzerinden yapılıyor. Türkiye’de cumhuriyetin gerçekte ne olduğunu bilen çok az insan var. Türkiye Cumhuriyeti ilk kurulduğunda büyük bir heyecan yarattı. Amerikan bir arkadaşım konutunun dışında cumhuriyeti kutlamak için havaya ateş eden bir askerin yanına gitti ve ona neden ateş ettiğini sordu. Asker “ Türkiye Cumhuriyeti kuruldu” diye cevap verdi. Ardından usulca ekledi: “Cumhuriyet ne demek efendi ?”
Türk liderler Müslüman dünyanın desteğini kaybetmekle halifelik kurumunun tehlikesini karşılaştırdılar ve sonuçta halifeliği kaldırdılar. Bu doğru bir karardı. Türkler hiçbir zaman dindar insanlar olmadılar ancak dindarlığı milliyetçi sebepler ile kullandılar. Yeni Türkiye homojen bir toplumdan oluşuyor ve milliyetçilik Müslümanlığın yerini almış durumda.
Halifeliğin kaldırılmasının ekonomik yönden pozitif etkisi oldu. Şeyhülislamlık vergiden muaftı ve büyük meblağlar harcıyordu. Kısaca söylersek kilise, gelişimin önündeki en büyük engeldi. Din adamları tüm yeniliklere karşıydılar ve çok güçlü pozisyonlardaydılar.
Halifeliğin kaldırılması tüm dünyaya Müslümanlar arasında birlik olmadığını gösterdi. Aslında İslam birbirinden nefret eden birçok segmentten oluşuyor. Türkiye halifeliği kaldırarak sünni ülkelerin sempatisini yitirdi ama bu ülkeler zaten ya İngiltere gibi başka büyük güçlerin kontrolü altındalar ya da çok önemsiz ülkeler. Ayrıca Türklerin hedefi Doğu’da bir Batı gücü olmak Batı da Doğu’nun kalesi olmak değil.
İngiltere, İtalya ve Japonya’nın Lozan Antlaşması’nı onaylaması, Türklerin yabancı politikalarına karşı tereddütlerini kırdı. Yabancı ekonomik yatırımlara olan korkuları da zamanla azalacaktır. Türkiye’yi gezen herkes onların Batı’ya olan sempatisini görecektir özellikle Amerika’ya.
Fransa’ya Duyulan Güvensizlik
Fransa ile Türkiye, Suriye’de komşu oldukları sürece birbirlerine itimatsız kalacaklar. Ayrıca İngiltere ile aralarında da Musul meselesi gibi sorunlar mevcut. Almanya, Türkiye için politik olarak bir şey ifade etmiyor. Berlin’den Bağdat’a balonu söndü. Gelişim sürecinde Rusya’nın yardımını aldılar ama şu anda birbirlerine düşman iki ülke sayılırlar. Özbekistan ve Buhara’daki Müslümanların bağımsızlığı gibi anlaşmazlıklar var.
Amerika’nın Türkiye’de ne politik ne de coğrafi bir çıkarı var. Türkler ülkeyi kurarken Amerikan parasını ve yardımını kabul edeceklerdir. Bir kasabada bulunan genç Türkler kulübünde dinlediğimiz bir konuşmada, Mustafa Kemal Paşa, George Washington’a benzetiliyor ve Yeni Türkiye’nin Amerikan standartlarında kurulması gerektiği söyleniyor. Hükümet Türk antlaşmasını onaylamayan Amerikalılara karşı şüphe ile bakıyordu ancak ben Ankara’dayken, New York’lu Profesör John Dewey’in Milli Eğitim Bakanlığı’na danışman olarak davet edildiğine şahit oldum.
Anadolu’da birçok büyük çiftçi, Amerikan tarım makinelerini satın almak istiyor. Şu anda nakitleri yok ama ödeme hasat öncesi ve sonrası olarak bölünerek yapılabilir. Ama Türklere makine satmak yeterli değil. Birçok yerde makinelerin yanlış kullanılmasından kaynaklı sorun yaşayan çiftçiler, makinelerin kötü olduğunu düşünüyor ama aslında teknik ve tamir bilgileri yetersiz. Türkiye’den kuru meyve ve benzeri ürünler ihraç edilirken birçok ara elemanın elinden geçiyor. Toros Dağları’ndaki Türk çiftçilerin arasında yaşarken, New York’ta 75 sente satılan İzmir kuru üzümünün çiftçilerin elinden 2 veya 3 sente çıktığına şahit oldum. Anadolu’nun birçok bölgesi tarım için uygun değil ama tarıma uygun olan yerlerde verim yüksek.
Daha önce de söylediğim gibi toplumda ve yönetimde bulunan yabancı korkusunun yanında hükümetin yaptığı ekstra kısıtlamalar dış ticareti baltalıyor. Gümrük vergileri ve nakliye programları devamlı değişiyor ve ticaretle ilgili her kanun sık sık revizyona uğruyor.
Zengin Tarım Alanları
Eğer Türkler stabil bir ekonomik politikası uygular, yabancı yatırımcılara güven verir ve eski tereddütlerini bırakırlarsa yabancı sermayenin kar getirmesi için bir çok fırsat mevcut. Anadolu’nun zengin tarım alanları ekilir ve halihazırda var olan tarım bankalarına yenileri eklenebilir. Yeni yolların inşaatı ve eskilerin tamiri için yapılan kontratlar ve kısa tramvay yolları gibi yatırımlar yararlı olacaktır. Ama hükümet Chester imtiyazlarında bulunan bu tarz yatırımları onaylamıyor.
Türkler Yönetebilir mi?
Bu bir gerçek ki Türkiye yüzyıllar boyunca içten Yunan ve Ermeniler tarafından yönetildi, dışarıdan ise hep yabancıların etkisindeydi. Peki neden? Şu unutulmamalıdır ki, Türkler kuşkusuz askeri bir dehaya sahipler ve bir zamanlar Doğu Avrupa’nın liderleriydiler. Soru şu ki eğer yönetmeyi biliyor olsalardı imparatorluklarını ve kazandıkları toprakları yine de kaybetmiş olurlar mıydı? Orta Asya’dan gelen Ertuğrul ve Osman gibi yöneticilerin hepsi Türktü, savaşçı bir ırktılar ama yönetici sınıf geliştirmeyi beceremediler. Belki yeni milliyetçilik duygusu ve eğitim sistemi bunu başarabilir, kim bilir? Türklere bir şans verilmeli ve cehaletten ya da türlü eksikliklerden gelen hatalar yanlış yorumlanmamalı, ki bu kusurları Türkleri rahatsız ettiği kadar onlarla iletişime geçmeye çalışan yabancıları da rahatsız eder. Türkün yönetici becerisini geliştirip geliştiremeyeceğini zaman gösterecek. Fakat Türklerin bile kendilerinden emin olmadıklarını seziyorum. Bu özgüvensizlik, Türklerin yabancı düşmanlığına neden olan ahlaki çekingenliklerinin asıl sebebi.
Türkiye’de yeni eğitim sistemi, yeni nesilden eski psikolojiyi silmediği müddetçe insanlar şu anki içsel eksikliklerinden kurtulamazlar. Tabii Türklerin ulusal bağımsızlıklarını da devam ettirmeleri gerekir. Yurtdışından yönelen tehdit ortadan kalktığından beri Türk politik yapısında gruplaşmalar ortaya çıkmaya başladı. Bir diğer ve daha temel problem ise Türklerin iyi bir yönetici olup olamayacakları sorusu. Hükümetin problemlere yaklaşımını atalarından gelen politik hırs mı yoksa ırksal özelliklerinden gelen yetenekleri mi belirleyecek?
27.01.1925
TÜRKLER EL DOKUMASI GİYECEK
Yeni Yasa İle Türkiye’de Giyim Sınırlandırıldı
Mecliste kabul edilen yeni yasa ile milletvekilleri, başkanlar, öğretmenler, hükümet yetkilileri, askerler ve polisler Türkiye’de üretilen elbiseleri giyecekler. Üç ay içerisinde kıyafetlerin üzerine Türkiye’de yapıldıklarını belirten amblemler koyulacak. Yasağa uymayanların elbiselerine el koyulacak ve kendilerine ağır para cezaları verilecek.
27.01.1925
YUNANLAR ARTIK TÜRKİYE’DE YAŞAMIYOR
Komisyon’un Raporuna Göre 36625 Yunanlı İstanbul’u Terk Etti
Nüfus Mübadelesi Komisyonu’na göre İstanbul’a 31 Ekim 1918’den sonra gelen Yunanların şehirden çıkarılması işlemi tamamlandı. Bu insanların büyük bir kısmı zengin kimselerdi. 4500 tanesi pasaport almalarına rağmen şehirden çıkmadıkları için tutuklandı. Yunan hastanesinde toplanıp sınır dışı edildiler. 1000 kişiden oluşan son grup ise Balıklı’yı 22 Kasım’da terk ettiler.
Komisyon son bir karar ile Lozan Antlaşması’ndaki 9. Deklarasyon’un, Yunan bölgesini 1912’den önce terk eden ya da hep Yunanistan dışında yaşamış Müslümanlar için de geçerli hale getirdi.
30.01.1925
ELÇİYE GÖRE AVRUPA’NIN HASTA ADAMI İYİLEŞİYOR
Fransa Elçisine Göre Yeni Millet İlerleyici Bir Güç
Cevat Bey’e göre yeni Türk, gücü ve enerjisi ile köhne Türk’ü türkü geride bıraktı. Eski otokrasinin karanlık çağı şimdi aydınlanmacı yeni bir medeniyet yürüyüşüne dönüştü. “Osmanlı İmparatorluğu artık tarihe karıştı” diyor Cevat Bey. “Sadece politik ve coğrafi olarak bitmedi aynı zamanda ahlaki bir yapı olarak da kalmadı. Avrupa’nın hasta adamı kavramı dünya için bir problem kaynağıydı.”
“Yeni Türkiye’nin mantalitesi şöyle özetlenebilir; politik ve ekonomik bağımsızlığın savunusu, medeniyet ve gelişim ekseninde hızlı kararlar alma ve yerine getirme, sınırlarımız dışında gereksiz toprak hırsına girmeme, medeni bir Avrupa ülkesi haline gelme ve uluslararası barış ekseninde çalışmak.”
30.01.1925
YUNAN KİLİSESİ’NİN BAŞI SINIR DIŞI EDİLDİ
Katolik Kilisesi Baş Papazı Selanik’e Gitti
Yunan Katolik Kilisesinin Ekümenik Başpapazı VI. Konstantinus, sıradan bir trenle sınır dışı edildi. Yanında erkek bir hizmetçisi vardı. Kilise meclis ve elçilik üyeleri, sınır dışı işleminin gerçekleştiği istasyona polis eşliğiyle gittiler. Sınır dışı emri gece yarısı Ankara’dan bir telgrafla bildirildi ve polis sabah 6.30‘da papazı alarak istasyona götürdü. Kendi isteği doğrultusunda başpapaz Selanik’e gitti. Burada bir kongre düzenleyerek gelecek planlarını açıklaması bekleniyor. Bu olay papazlığın transferini isteyen kilise meclisi üyelerinin eline koz verdi. Ve daha çok şehirli kişiler sınır dışı edilirse üyelerin isteğinin yerine gelme ihtimali artacak. Polisin Kyzikos*, Prenses Adaları, Kayseri ve Sart**’dan daha fazla kişiyi sınır dışı etmesi bekleniyor.
* Balıkesir.
** Manisa, Salihli.