top of page

03.11.1925
LOZAN ANTLAŞMASI'NA KARŞI 
David Hunter Miller Antlaşmayı Reddetmemiz İçin Nedenleri Sıralıyor 

The New York Times Editörü'ne

 

Yaptığı fevkalade hizmetlerle Yakın Doğu'ya ilgisi olan her Amerikalının takdir edeceği İstanbul Kız Koleji'nin eski müdüresi Mary Milles Patrick, The Times gazetesine 25 Ekim'de yazdığı mektupta, Birleşik Devletler Senatosu'nun askıdaki Lozan Antlaşması'nı kabul etmesini savunuyor ve bunu da İtilaf Devletleri'nin Türkiye'yle yapılan barış antlaşmasını onaylamasına dayandırıyordu: En avantajlı ülke Amerika ve ekonomik mütekabiliyet taşıyor. Boğazlar sözleşmesi en liberal uluslararası anlaşma ve antlaşma "Yakın Doğu'da barışı kurmak için bize düşen payı ifade ediyor"


 İtilaf Devletleri Türkiye ile bir savaş içerisindeydi ve barışı sağlamak için yeni bir antlaşmaya ihtiyaç duydu. Türkiye'nin kaybettiği geniş toprakları konsolide etmeleri gerekiyordu: İslamiyet'teki Türk etkisine son vermek istediler, ne kurtarabiliyorlarsa kurtarmaya çalıştılar. Bu sebeplerin herhangi birisinin Amerika açısından bir uygulanabilirliği yok.


İtilaf Devletleri'nin Türkiye'yle yaptığı antlaşmanın aynısını yapmamız konusundaki iddia, aslında olağanüstü sonuçlar içeren bir iddia. Olay şuna geliyor: "Diğer güçler, bulunmadığımız bir konferansta antlaşma yapar ve bizim ortaya çıkmasında etkimizin olmadığı bu yeni durumu kabul etmemiz gerekir". "Konferansta yer almamalıyız çünkü yer alırsak orada olan şeye bağlı kalmamız gerekebilir" görüşünü sıkça duymuş olsam da, bu görüşün savunucuları, Türk antlaşması konusunda içinde rol almadığımız bir konferansa bağlı olduğumuzu söylüyor. 


Lozan Antlaşması'nda en avantajlı ulus maddesi neden sonuç ilişkisinin çok dışında. Türkiye'yle yaptığımız düşük ticaret onların yararına ancak bizim için de az da olsa endişe verici. 


Teklif edilen antlaşmayla Türkiye'deki Amerikan vatandaşlarının Türk vatandaşlarıyla aynı muameleyi görmesini Türkiye'de bir tıbbi misyoner olarak yirmi yılın üzerinde görev yapan ve yakın zamanda ülkeye dönen Dr. Wilfred M. Post'un sözleriyle değerlendireceğim: "Ankara hükümeti sağlık misyonerlerinden ne bir ilgi ne de destek arzu ediyor, Amerikalı doktorlara misyoner hastanelerinde çalışabilmeleri için lisans vermeyi reddediyor. Bu yüzden birkaç hastane personel eksikliği yüzünden kapanmaya yüz tuttu." 
Boğazlar Sözleşmesi'ni düşündüğümüzde, arzu edersek maddelerinin bir sonucu olarak içerisinde yer alabiliriz ve Birleşik Devletler, Türkiye ile benzer bir antlaşma yaptıktan sonra -ki yapabiliriz ve yapmalıyız- bu konuda karar verebilir. 


Amerika'nın Türkiye'ye karşı herhangi bir yükümlülüğü yok. Amerika neden Kemalist cunta rejimi için bir araç olsun? Savaşta İttifak Devletleri'nin yanında yer aldığı için Türkiye'ye kin ve düşmanlık beslememiz gerektiğini söylemiyorum. Ama Ermeni halkına olan yükümlülüğümüzü es geçip unutacak mıyız? Türkiye'yle yapılan antlaşmanın bazı savunucuları, Senato'nun antlaşmayı reddetmesini ya da değiştirmesini savaşın alternatifi bir durum olacak şeklinde dile getirerek göz korkutuyor. Bu tabii ki saçma, böyle fantastik bir benzetmenin üzerinde durmaya değmez. Ancak Amerika, hak ve adalet duyusuyla, bir hükümete uluslararası ilişkileri hangi koşullarda yürütebileceğimizi ifade edebilir. Adil olmayan ve haksız bir şart koşmak istemiyoruz, koşmamalıyız da. 


Lozan Antlaşması Amerika'nın sahip olduğu esas haklardan vazgeçiyor: Amerikan misyon kurumlarının Türkleşmesini kabul ediyor ve Ermenistan'a verilen Wilson ödülünü tanımıyor. Bu antlaşma reddedilmeli ya da en azından bazı değişiklikler ve şartlarla onay almalı ki Türkiye'deki Amerikan misyonlarının ve hayırsever işletmelerin eğitimsel ve dini özgürlükleri tazmin edilsin, Ermeniler kendi yaşamlarını idame edebilsin. 


03.11.1925
SURİYE’DE GERİLLA SAVAŞI OLDUĞU RAPOR EDİLİYOR


Kudüs'ten National Political League'ye gelen mesajda gerilla savaşının Suriye'de Şam ve Humus arasında, Şam'dan 8 mil kuzeyde demiryolu hattı boyunca geniş bir bölgeye yayıldığını ve bunun manda yönetimi altındaki Fransız kontrolünü sarstığını belirtiyor. Bir diğer mesaj 2 şehri işgal eden gerillalara Şam'daki 11 köyün katıldığını söylüyor. 


Küdüs'ten gelen raporlar Suriyeli kadınların ve yabancıların Şam'dan ayrılmasına izin verilirken Suriyeli erkeklerin ayrılmasının yasaklandığını söylüyor. 


Resmi makamlarca Daily Expres'te basılan resmi raporla, Büyük Britanya'nın Fransa'yı -Türk askerlerine Suriye'deki Fransız mandasındaki yerlerden geçiş izni verdiği için- protesto ettiği haberi yalanlanmış oldu. Fransa ile Türkiye arasındaki Ankara Anlaşması Türkiye'ye, aynı miktarın geri dönmesi koşuluyla, belirli sayıda askeri Suriye'nin manda yönetimindeki bölgesinden geçişine izin veriyor. İngiltere Dışişleri Ofisi protesto etmeye gerek olacak herhangi bir şey olmadığı yönündeki görüşünü koruyor. 


03.11.1925


Fransız Dışişleri görevlisinin bugünkü iddiasına göre, Türk askeri güçlerine, hiçbir koşul altında, İngiltere Hükümeti’nin önceden bilgisi olmadan Suriye'nin manda yönetimi altındaki bölgesinden geçmesine izin verilmemiştir. Bu tarz adımlara Türkiye ve Fransa arasında varılan anlaşmaya göre izin verilmektedir ve bu adımların tek nedeni de Ankara ve Mezopotamya arasındaki tek demiryolunun Suriye üzerinden geçmesidir. Bu yüzden İngiltere Hükümeti askeri güçlerin hangi adımlardan etkilendiğini bilmektedir. Bu sabah The Daily Express of London'da çıkan açıklamalara göre Paris, Türkiye’nin Musul’daki İngiltere varlığına karşı Fransa’yı desteklediği algısının temelsiz olduğunu belirtmiştir.

 


06.11.1925
TÜRKİYE ÜZERİNDE ÇIKARLARIMIZ 
Lozan Antlaşması'nı Reddetmeden Önce Sorulması Gereken Sorular 


David Hunter Miller, 1923 yılında Türkiye ve Amerika Birleşik Devletleri arasında Lozan'da gerçekleşen ticari antlaşma pazarlığını Senato'nun tanımamasını ya da değiştirmesinde ısrar ediyor, gerekçesini ise "Amerika'nın sahip olduğu temel haklardan feragat ettiğine, Amerikalı misyon kurumlarının Türkleşmesinin kabul edildiğine ve Ermenistan'a verilen Wilson ödülünün tanınmadığına" dayandırıyor. Burada "sahip olduğu temel hak" olarak bahsedilen şüphesiz ki kapitülasyonlar -Japonya'da dokunulmazlık ilkesinden vazgeçmesi, Çin'i değiştirmeye gönülsüz olmaması ve Türkiye'yi 1908'te terk etmeye hazırlanması. Amerikan ticaretine ilgi duydukları sürece Mr. Miller kibarca şunu söylüyor: "Türkiye ile yaptığımız düşük ticaret onların yararına ve bu bize biraz endişe veriyor" O, kapitülasyonların artık var olmadığını, Türk hükümeti tarafından kaldırıldığı gerçeğini yok sayıyor. 


Onun misyon işletmelerin Türkleştirilmesi ile ilgili gözlemlerinin değerlendirmesi Miss Patrick'e, İstanbul Kız Koleji’nin eski müdüresine kalıyor. O, antlaşmanın onaylanması gerektiğini savunmuştu. Her hükümet kendi sınırları içinde verilen eğitimle ilgili düzenlemeler yapar. 


"Ermenilerin kendi hayatlarını yaşama hakkı"na gelecek olursak, Türk hükümetine ne yapmaları gerektiğini söyleme hakkımız Amerika’daki siyahilerle yaptığımız son antlaşma ölçütünde var. Wilson ödülü, Ermenistan'a teklif edilen Amerikan mandası gibi, Avrupalı güçlerin Birleşik Devletler'i Rus ve Türk güçlerinin karşısına koyma planının bir parçasıydı. Mandadan da öte, bizim Kızılderililer için yaptığımız "ulusal evler" gibi deneyimler, Ermenilerin Türklerden benzer garantilere tereddütle yaklaşmasına sebep olabilir. 
Birkaç soru sormama izin verin: 1. Bizim Hıristiyanlığa dair manevi anlayışımızı Doğu Hıristiyanlığı'nın siyasal kalitesi içinde okumadık mı? 2. Türklerin Ermenilere yaptığı katliamlar, Rusya'nın 18. yüzyıldaki Doğu Hıristiyanlarını koruma politikasına ve İngiltere ile Amerika'nın Ermenilere duyduğu ilgiye dayanmıyor mu, ki bunlar Ermenilerin şımararak Türk hükümetine karşı dolap çevirmesine sebep olmadı mı? 3. Herhangi bir Hıristiyan Kilisenin, Yunanların 1919-1922 arasında Anadolu'da Türklere karşı yaptığı gaddarlığa, Türklerin yaptıklarına itiraz ettikleri kadar itiraz ettiğini duydunuz mu? 4. Herhangi bir Hıristiyan Kilise, Ermenilerin Türklere ve Kürtlere Rusya Ermenistanı’nda 1916-1917 arasında yaptığı gaddarlığın farkında mıydı? Bu soruları soruyorum çünkü bunlara verilecek cevapların etkili bir kontrolümüzün olmadığı ve silahlı bir koruma konusunda da istekli olmadığımız bir millet adına -daima şüpheli olan- Türklere müdahale hakkımız konusunda kamuoyunun görüşünü netleştireceğine inanıyorum.


David Hunter

07.11.1925
TÜRKLERİN DÜNYA SAVAŞI’NDAN BU YANA İLK KEZ ALTIN PARALARI OLUYOR


Türkiye Cumhuriyeti'nin ilk altın parası artık dolaşımda. Darphanenin tekrar açılması coşkulu törenlerle kutlandı ve yeni rejim altında basılan 5 lira (yaklaşık 22$ değerinde) değerindeki ilk madeni para da Çankaya'daki Cumhurbaşkanı Mustafa Kemal Paşa'ya gönderildi.
 Dünya savaşından önce hayli yaygın olan altın dolaşımdan düşmüştü ve şu anda kağıt paranın tam 8 kat üstünde değere sahip. Savaş zamanında Türkiye büyük miktarda altınını kaybetti zira Arap ve Suriyeli gemiler başka bir ödeme aracını kabul etmiyorlardı. Halen altını olan Türkler istifliyor, köylüler şölenlerde mücevher olarak giyiyor.

 

08.11.1925
TÜRKLER İÇİN AĞIR VERGİLER 

Meclis'e, gelecek yılın bütçesiyle birlikte sunulacak yedi teklif, Türkiye'de yaşam maliyetlerini ciddi şekilde artıracak. Gündeme sunulanlar içerisinde gelir vergisi, şeker ve petrol monopollerin kurulumu; eğlence ve yemek hizmeti vergisi, işyeri amaçlı mülk satışı, taş ocağı ve maden satışı vergisi, yerli hayvanlar üzerine vergi ve kadın ve erkekler için oy vergisi konularında başlıklar bulunuyor.

08.11.1925
ABDÜLHAMİD’İN OĞLUNUN DALAVERE EVLİLİĞİ

Şehzade Burhaneddin* İngiliz Dulu Leydi Douglas İle Sahte Tören Yapıyor 


Eski padişahlardan II. Abdülhamit'in oğlu Şehzade Burhaneddin, son yılların en büyük evlilik dalaveresine imza attı. Şehzade, Mayıs ayında Viyana sosyetesinde güzelliğiyle ve iki boşanma olayıyla ünlü olan, Lord Douglas'ın eski eşi Leydi Leonore Georgine Douglas ile evlendi. Şehzade Leydi Douglas ile Monte Carlo'da, servetini kaybettiği yerde tanıştı. Leydi Leonore'nin yıllık 400 bin frank kazandığını duyunca ona hemen elini uzattı. O zamana kadar paranın peşinde koştuğunu kabul etti ancak Musul'daki petrol bölgeleri özgürleşince çok zengin olacağını belirtti. 


Bu güçlü söz üzerine Leydi Leonore şehzade ile Viyana yakınlarındaki Baden'de evlendi. Lichtenstein Prensi, Roma Kontu ve Viyana sosyetesinden dört başka aristokrat şahitlik yaptı. 


Leydi Leonore Londra'da evlenmek istemişti ancak şehzade, Avusturya'da bir Türk töreni yapılması ve Viyana yerine Budapeşte'den bir rahip getirilmesi konusunda ısrarcı oldu. Leydi Leonore 400 bin frank ve 500 sterlinini şehzadeye teslim etti ve şehzadenin 200 dolarlık terzi masrafını ödedi. 


Şehzade şu anda evliliğin yasa dışı olduğunu belirtiyor ve iptal edilmesi konusunda ısrarcı. Avusturya'da bir mahkeme de evliliğin yasa dışı olduğunu duyurdu. Leydi Leonore de yaşananların bir kurmaca olduğunu ve rahibin dolandırıcı olduğunu anladı, şehzadeye parasını iç ettiği gerekçesiyle dava açtı. 


Şehzade Türk kanunlarına uygun olarak dini bir nikah yaptığını ve bu evliliğin bir günde sona erdirilebileceğini söyledi. Karısı ise Londra'da birkaç hafta geçirdikten sonra suratına kapatılan kapıyı görmek için geri döndü. Kadın parayı evlerinin bakım masrafı için verdiğini savunuyor, ancak şehzade bunu kabul etmiyor ve evin kendisine ait olduğunu ifade ediyor. 


Şehzade Viyana'da hareketli yaşamıyla tanınıyor, Türk İnkılabı'ndan beri orada yaşıyor. Gece hayatının ve kumarhanelerin müdavimi. Bu onun son yıllardaki ikinci boşanma vakası. Budapeşte'de yaşayan erkek kardeşi ise birçok skandalın başrolünde ve mahkemeleri uzunca bir süre meşgul etti.**


Burada Lady Douglas olarak bahsedilen kişi önceden Georgine Leonora Barnard olarak bilinen R.F.H Mosselmans'ının kızı, Sekizinci Queensbury Markizi'nin dördüncü oğlu Lord Sholto George Douglas'ın eski karısı.

*Mehmed Burhaneddin Efendi (1885-1949); Sürgündeki diğer hanedan mensuplarının tersine lüks içinde yaşadı.Cenaze töreni Campell Kilisesi’nde düzenlendi ve ardından Türkiye’ye gönderildi ancak Türkiye kabul etmeyince Şam’daki Sultan Selim Cami’si bahçesine gömüldü. 

**Kast edilen kişi Mehmed Abdülkadir Efendi’dir. İlginçtir, The New York Times’ın 21.07.1925 tarihli haberinde bu şehzadenin Danube’de yüzerken öldüğü haberi çıkmıştır. Şehzade 1944 yılında Bulgaristan’da ölmüştür. Bir ihtimal alacaklılarından kaçmak için şehzade öldüğü haberini yaymış olabilir.

10.11.1925
TÜRKLERİN PAZAR GÜNÜNÜ KUTLAMASINI İSTİYOR 


Hükümet organı Cuma yerine Pazar günün dinlenme günü olarak değerlendirilmesini savunuyor. Buradaki amaç Türkiye'yi Batı'yla benzer bir çizgiye getirmek ve haftada 2 günün -yani Cuma ve Pazar günlerinin- birden dinlenme amacıyla kaybedilmesini önlemek.

 

 

10.11.1925
BRİSTOL*, TÜRKİYE’YE YARDIMLARI SEBEBİYLE ÖVGÜ ALDI
Hoover ve Hughes Akşam Yemeğinde Amiral'i Övenler Arasındaydı • Türkleri Methetti • Ülkenin Demokrasiye Geçtikten Bu Yana Önemli Gelişmeler Kaydettiğini Söyledi


1919'da Woodrow Wilson tarafından atandığından beri Amerika Birleşik Devletleri Türkiye Yüksek Temsilcisi olan Amiral Mark L. Bristol, Yakın Doğu Federe Amerikan Ticaret Odaları'nın Commodore'da önceki gece yapılan akşam yemeğinin konuğuydu ve diplomatik görevinde sunduğu hizmetler nedeniyle kamu ve iş dünyasının üst düzey isimlerinden övgüler aldı.

Onu takdir edenlerden biri olan Ticaret Bakanı Herbert Hoover, etkinliğe katılamadığı için üzüntüsünü ifade ettiği mektuba şunları ekledi:
"Muhakkak ki Mark Bristol'u onurlandırmaktan büyük zevk duyuyoruz. Savaş sonrası ülke dışındaki yeniden inşada hiçbir Amerikalı çalışan böyle önemli bir kamu hizmetini bundan daha yüksek bir standartta sunmamıştı. Birleşik Devletler'in Türkiye'de çeşitli konularda çok sayıda çıkarı var –destekleyici, eğitsel, insani ve ticari olmak üzere. Amiral Mark Bristol dengeli bir değerlendirmeyle bunları gayretli bir biçimde, saygı çerçevesinde korudu, bu da ona hükümetin ve halkın güvenini sağladı."

Hughes'ün Övgüleri

Övgüler kaleme alan bir başka isim Charles Evans Hughes, son yıllarda Yakın Doğu'da hiçbir temsilcinin Amiral Bristol'dan daha zor bir pozisyonda görevlendirilmediğini söyledi. Bay Hughes onu "ideal bir kamu görevlisi" olarak andı. Amiral Bristol ise, Amerika Birleşik Devletleri'nin yıldızlı ve çizgili bayrağının ve Türkiye'nin ay yıldızlı bayrağının önünde kısaca konuştu, yeni cumhuriyetin durumunu siyasi referanslara girmeden anlattı.

Türkiye'ye yönelik aydınlanmış bir kamuoyu oluşmasını savundu, dinleyicilerinden Türkiye'nin daha önce yaptığı hatalar için bir intikam duygusu içinde olmamalarını ve gerçek bir Hıristiyan ruhuyla "Amerikan idealinin yarattığı adil anlaşmaya bağlı kalma"yı diledi.

Amiral Bristol, Türkiye'nin mutlak monarşiden gerçek demokrasiye bir gecede tamamen geçmesinin beklenemeyeceğini söyledi. Buna rağmen hem kamu yönetiminde hem de ülkenin fiziksel alanlarında iyileştirmelerde önemli yollar kat edildiğini belirtti. Bristol, dinin ve devletin birbirinden ayrıldığını vurguladı. Kamu hizmetleri sürekli geliştirildi, okullar inşa edildi, yol ve kanalizasyon sistemleri yapıldı.

Ekonomik durum konusunda ise Amiral Bristol "Onlardan iyi değilse bile Avrupa'daki herhangi bir ülkeyle aynı durumda" sözlerini kullandı.


İnsanlar Özgürlük İstiyor

"Türk halkı bağımsızlık istiyor ve içişlerine karışacak bir dış etkiyi istemiyor" dedi Amiral. Bu ilkeye öylesine saplantılılar ki onlara gelen herkese şüpheyle yaklaşıyorlar. Çağdaş ve uygar olmayı arzuluyorlar ve bunu her noktada dile getiriyorlar."

Yazar Isaac N. Marcosson, Bolşeviklerin Türkiye'de bir tutunma noktası yaratmasına izin verilmesinin sakıncalı olabileceğini söyledi, Rusların Avrupa'nın dışında tutulduğunu ve geri dönmeleri için tek şansın Yakın Doğu'ya ilerlemelerine müsaade edilmesinin olduğunu belirtti. Troçki'den alıntı yaparak Sovyetler'in son savaş alanının Asya olacağını söyledi. Mr. Marcosson "Eğer Büyük Britanya bugün Türklere burun kıvırırsa tüm dünyayı rahatsız edecek birçok sorun ortaya çıkacak, çünkü iki ülke arasında Musul üzerinden açık ihlaller yaşanırsa, Türkiye, uygarlığın geri kalanının memnun olmayacağı, hatta kendisinin de çok istemediği bir şeyle karşılaşacak: Moskova'nın kollarına atılacak" dedi. Kemal Paşa, ona, 1923 yılında, Bolşevikleri daha önce kullandığını ve gerekirse yeniden kullanabileceğini söylemiş.

"Eğer Amerika ciddi ise Lozan Antlaşması'nı onaylar ve Türkiye'ye Amerikan demokrasisinin otokrasiden doğan Türk demokrasisine benzer olduğunu gösterecek bir kanıt sunar."

Diğer konuşmacılar Charles A. Moser, Muzeffer Ahmed Bey ve Neal Dow Becker'di.

 

 

*Mark Lambert Bristol (1868-1939; ABD Deniz Kuvvetleri’nde tuğamiral. 1919-1927 arasındaki ABD-Türkiye ilişkilerinde ülkesini Yüksek Komiser sıfatıyla temsil etmiştir. Hazırladığı Bristol Raporu ile meşhurdur. Bu belge milli mücadelenin uluslar arası meşruiyetini resmi olarak tasdik eden ilk belge sayılabilir. 
 

25.11.1925
TÜRK KIZLARI DİRENİŞTE 
Telefon Birliği %500 Maaş Artışı Arayışında 


Türk kızları sanayi ve iş hayatına yalnızca birkaç yıl önce girmelerine rağmen nasıl direneceklerini öğrendiler. Yerel telgraf çalışanları, 3 ay önce bir birlik kurdular ve şimdi de şirketten %50 maaş zammı istiyorlar. Mevcut ortalama maaşlar ayda 25 lira ki bu yaklaşık 15 dolar ediyor. Şef operatör 30 doların altında alırken bazı kızlar yalnızca 11 dolar kazanıyor. Kızlar, eğer şirket bir adım atmazsa iş bırakma eylemi yapacaklarını belirttiler.* Liderleri Türk ama Yunan ve Yahudiler de onlara katılacak, tam bir birliktelik; tıpkı ültimatom metinlerinde söyledikleri gibi: "Irk ve din ayrımı yapmadan".
 

*İstekleri hükümet tarafından karşılanmadı ve greve katılanların 6’sı İstiklal Mahkemeleri’nde yargılandı

26.11.1925
ARNAVUTLUK- YİNE PROTESTO EDİYOR
Dışişleri Bakanı Milletler Cemiyeti'ne Müslümanların Mağaralarda Yaşamaya Zorlandığını Söyledi


Arnavutluk, Milletler Cemiyeti'ne karşı olan protestosunu artan bir canlılıkla yeniledi. Protestonun sebebi  5.000 Müslüman Arnavutun, Türk kökenli oldukları dolayısıyla da Türkiye ve Yunanistan arasındaki mübadele kapsamına girdikleri gerekçesiyle Türkiye’ye gönderilmesi. 


Türklerin ve nüfus mübadelesinden sorumlu Milletler Cemiyeti Karma Komisyonu'nun reddetmesine rağmen Arnavutluk Hükümeti, Yunanistan'ın, Sardhiq ve Dragouni köylerindeki Arnavut nüfusu Türkiye'ye göndermek üzere olmasını bu iddialarının sarsılmaz bir kanıtı olduğunda ısrar ediyor. Bahsi geçen Arnavutların evlerine çoktan el koyuldu ve bunun sonucunda birçok aile mağaralarda yaşamaya zorlanıyor. Arnavutluk "adalet adına" Cemiyet'e bu zorla yapılan yerinden etmeyi engellemesi için başvuruyor. Konu, ilan edildiği üzere, 8 Kasım'daki Konsey toplantısında görüşülecek.
 

 

28.11.1925
TÜRKİYE’DEKİ RUMLAR ÖNCELİKLERİNDEN VAZGEÇTİLER


Türkiye'de yaşayan Rumların temsilcileri geçtiğimiz akşam gerçekleştirdikleri genel kurul toplantısında, Lozan'da kendilerine azınlıklar olarak verilen haklardan, Türk Hükümetinin kabul ettiği İsveç kanunlarının kendilerine "adalet" konusunda garanti vereceğine dair inançları sebebiyle feragat etmeye karar verdiler. 


Bu feragat Yunanlıların Türkiye'deki son ayrıcalık kalıntısını da sonlandırmış olacak.

bottom of page