01.09.1925
MUSUL’DAKİ OLASI SAVAŞ BRİTANYA’DA KORKUYA NEDEN OLUYOR
Kabinenin Milletler Cemiyeti’nin Manda Önerisini Kabul Etmeye Yatkınlığı Hayra Yorulmuyor • Türkler Güç Kullanabilirler
Londro basını, İngiltere Dışişleri sekreteri Austen Chemberlain ve delegelerinin Milletler Cemiyeti’nin Cenevre’deki toplantısını şu sözlerle değerlendirdi: “Bıçak üstündeyiz”
Mr. Chemberlain’ın Cenevre’ye ulaşması sonrasında belli oldu ki, İngiltere Milletler Cemiyeti’nin “Cemiyet kontrolünde 25 sene İngiltere mandası” seçeneğini kabul etmeye niyetli. Böyle bir karar alınırsa bunun içte ve dışta önemli sonuçları olacaktır.
Her ne kadar uluslararası sorunları olduğundan daha karamsar görme eğilimde olsak da şu açık açık ki, Musul sorunu hala Türkiye-İngiltere arasındaki krizin çözümüne dair bir şey söylemiyor. Rif Savaşı‘nda İspanyollara* ; Fas ve Suriye’de Fransızların başına neler geldiği ** İngilizlerin belleklerinde hala tazedir ve bu yüzden bu “ufak savaş”a katılmaya gönüllü değiller.
Musul sorununda varılan nokta şu: Milletler Cemiyeti’nin hazırladığı rapora göre Musul Türkiye’ye aittir. Ancak Cemiyet kontrolündeki Britanya mandasının 25 sene daha sürmesi daha güvenlidir.
Mr. Chemberlain ve diğer Britanyalı delegeler utanç verici bir çıkmazın içindeler. Eğer Britanya manda teklifine yanaşmazsa, Musul Türkiye’de kalacak. Hem Türkiye’nin düşmanları hem İngiltere’nin düşmanları hem de Hıristiyan dünyasından homurtular gelecektir. Manda teklifini kabul ederlerse de sadece muhaliflerden değil, Türkiye ile olası bir savaştan çekinen hükümet destekçilerinin de tepkileri gelecektir.
Şoven Türk milliyetçiler Mr.Chamberlain’i şimdiden sert bir şekilde kınadılar. Kemal Paşa üç yıl evvel Anadolu’dan, Lloyd George’un arka çıktığı Yunanları kovduğunda, İngilizler karman çorman bir halde kalmışlardı. Şimdi de benzer bir durum var ve yine şoven milliyetçiler Britanya aslanının kuyruğunu kıstırmaya niyetliler. Bu da Musul İngiltere korumasına girerse, Türklerin Irak’a saldırmasıyla gerçekleşebilir.
Muhalafet şimdiden Mr. Chemberlain’e, Britanya’yı Musul sorununa batmış halde bıraktığı için yükleniyor. Sadece petrol krallarının çıkarına olacak bu sorunun, Britanyalı vergi mükelleflerine faydası dokunmayacağı kanaatindeler. Muhalefetin teklifi şu: “Musul Türkiye’de kalsın. Petrol kralları da Kemal Paşa ile yeni bir antlaşma yapsınlar.”
Musul İngiltere için önemli çünkü hem Ninova şehrini hem Yunus peygamberin kabrini hem de Eden bahçesini barındırıyor**
*Rif Savaşı 1920 yılında Fas’taki Berberiler ile İspanya arasında başladı. 4000 Rif gerillası 25.000 kişilik İspanyol ordusuna karşıydı. İspanya 15.000’e yakın askerini kaybetti. Bu aşağılayıcı mağlubiyetin ardından Fransa savaşa 300.000 askerle dahil oldu. İspanya kimyasal silaha da sarıldı ve savaşı kazandılar. Buna rağmen Fransa ve İspanya ağır kayıplar verdiler.
** “Garden of Eden”. Yaratılış 13:10 ve Ezekiel 13’de geçen bir tabirdir. Adem ve Havva’nın yaşadıkları cennet bahçesi. Kuran’da Adn Bahçesi diye geçer (Tevbe 72). Dicle ve Fırat arasında olduğuna inanılır.
02.09.1925
DEVLET ADAMLARI MİLLETLER CEMİYETİ İÇİN TOPLANIYORLAR
Dört dış işleri bakanı yarın ki açılış için Cenevre’ye ulaştılar. Fransa’dan Mr.Briand, Britanya’dan Mr. Chamberlain, Belçika’dan Mr. Vanderveldt ve Türkiye’den Tevfik Bey. Yarın ki toplantının konusu Musul sorunu.
[…]
03.09.1925
CHESTER, SAVAŞI DURDURACAK PLANDAN BAHSETTİ
Amiral, Türkiye ve Britanya Arasında Sorun Olması İçin Bir Neden Göremediğini Söyledi • Amiral, Wilson İlkeleri Üzerinde Durdu
Chester imtiyazı* ile Türkiye’de endüstriyel projeleri teşvik eden (bu projeler Musul’daki petrol yataklarını da kapsıyor) Osmanlı-Amerikan Kalkınma Kurumu** başkanı Amiral Colby M. Chester***, Musul’daki olası savaşı engellemek için bir plan önerdi. Birkaç gün önce İngiltere basınında çıkan savaş söylentisi haberlerini ve İngiliz memurların korkusunu doğrulayan Chester, savaş için bir sebep göremediğini söyledi.
Osmanlı-Amerikan Kalkınma Kurumu’nun tam yetkili başkanı, imtiyazı sürdürmek için kurumun 280 Madison Bulvarı’ndaki ofisinde bir toplantı tertipledi.
Henry Woodhouse****, Horace G. Knowles***** ve diğerlerinin katılımıyla dün gerçekleşen toplantıda Musul sorunu da ele alındı. Toplantı sonrası, amiralin planı açıklandı: Musul sorunu Wilson’un “kendi kaderini tayin ilkesi”ne göre çözülmelidir. Bu kadim toprakların insanları Saksonlardan da İngilizlerden de daha evvel buradaydılar. Kendi kararlarını kendileri vermeliler. Türk Devleti kararın Wilson ilkelerine göre çözülmesi önerisinden memnun.
Manda Yönetimini Kölelik Olarak Görüyor
25 yıl daha manda yönetiminde ısrarcı olmak ile insanları bir köle gibi alıp satmakta ısrarcı olmak demektir çünkü bu insanların topraklarında 25 milyar varil petrol bulunuyor. Uygarlık böyle bir cinayete izin vermez.
The New York Times’ın haberinde de aktarıldığı gibi İngiliz Parlamentosunun da çoğunluğu manda kararına sıcak bakmıyor ve “sadece petrol krallarının çıkarına olacak bu kararın, Britanyalı vergi mükelleflerine faydası dokunmayacağı” kanaatindeler. “İnsanları özgürleştirmek için verilen savaşta ilk sırada Amerikan halkının yer aldığına inanan manda yönetimindeki ülkelerin halkları, başka ülke insanlarının manda yönetimine alınmasına razı gelmezler. Onları hayal kırıklılığına uğratamayız. Amerika Birleşik devletleri mandaya karşısıdır. “
Plana göre diğer bir sorun da Musul’un sınırları. “Türk halkı, Mezopotamya halkı ve Irak halkının mutabakatıyla çizilen sınırlar kabul edilmelidir. Sorun şurada ortaya çıkıyor; İngiltere Türkiye’den Musul sınırlarını, Bağdat’ta bulunan ve Türk Petrol Şirketi tarafından açılıp Amerikan şirketleri tarafından işletilen petrol kuyularını içine alacak şekilde değiştirmesini istiyor. Böylece Bağdat’taki petrol bölgesinde de İngilizlerin söz hakkı olacak.”
Fakat bu iddialar Colby’nin sekreterinin İngiliz Dışişleri’ne gönderdiği 20 Kasım 1920 tarihli not ile mesnetsiz bulundular. Aynen şöyle dendi: “Hükümetin aldığı bilgiler göstermektedir ki Türk Petrol Şirketi’nin Mezopotamya’daki petrol üzerinde bir imtiyazı ve işletme hakkı yoktur.”
İngilizler Davet Edilebilir
Musul sınır sorunu, sınırları değiştirerek, Chester imtiyazı kapsamındaki petrol yataklarının kontrolünü de ele geçirmeye çalışan İngiliz petrol şirketleri Musul’a davet edilebilir. Böylelikle Chester liderliğindeki Amerikalı grup ile beraber çalışırlar.
“İngilizlerin Musul petrol yataklarındaki organizasyona katıldıklarını hesaba katalım: Madem bu sınır sorununun sebebi Chester imtiyazının kontrol ettiği Musul petrol yatakları, İngilizleri buraya davet etmek sorunu ortadan kaldıracaktır.”
“Musul’daki petrol yatakları dünyadaki en büyük rezervlerden biri. Amerikan, İngiliz, Fransız, Flaman ve diğer ülke şirketlerinin tümünü doyuracak denli büyük. Tüm bu şirketler birlikte, uyumlu bir şekilde çalışabilirlerse, savaş tehdidi de bertaraf edilmiş olur.”
“Geçtiğimiz dönemde, Chester imtiyazı kapsamındaki petrol yataklarının İngiliz şirketlere satışını reddetmiştik. Bu, onlarla kar paylaşmaya yanaşmadığımız şeklinde yorumlanmamalı.”
“Dünyadaki petrol yataklarını tüm ülkeler ve halkları için açık olması gerektiğini söyleyen Amerikan politikasının arkasındayız. Buradaki tüm petrol yataklarının satışını 25.000.000 pounda rağmen reddettik çünkü bunu politikamıza ve dünya barışına aykırı bulduk”
*Oldukça tartışmalı bir konudur. 10 Nisan 1923’te TBMM ile Osmanlı-Amerikan Kalkınma Kurumu arasında imzalanan bir protokoldür. Antlaşmaya göre Türkiye demiryolları, köprüler, limanlar vs. ile bayındır hale gelecek; Amerika’nın imtiyazı 99 sene sonra bittiğinde tüm bunlar Türk malı olacaktı. Türk tarafı için hayli karlı gözüken bu işe karşılık Amerika’ya, demiryollarının her iki yanında bulunan 40 km’lik yerlerdeki tüm yer altı zenginliklerinin (bilinen ve bilinmeyen) işletimi verilecekti. Zengin petrol yatakları Türkiye’nin sınırları dışında kalınca Türkiye’nin kalkınması da kimseyi ilgilendirmez oldu. Daha fazla bilgi için Bilmez Bülent Can (2000); Demiryolundan Petrole Chester Projesi. Tarih Vakfı Yurt Yayınları
** Ottoman-American Development Company
***Amerikan İç Savaşı, İspanya-Amerika Savaşı, Birinci Dünya Savaşı’nda görev yapmış tecrübeli bir asker.
**** Henry Woodhouse (1884-1970). İtalyan asıllı Amerikan yazar, koleksiyoncu, yatırımcı. Asıl ismi Mario Terenzio Enrico Casalegno’dur. Amerika’ya göç eder ve bir lokantada çalışır. Kavga ettiği şefini bıçaklayarak öldürülür. 4 sene hapis yatar. Çıktığında kendine Henry Woodhouse ismini seçer ve çeşitli mecmualara yazı yazar. Bu işten çok para kazanır. Chester ile arkadaş olur. Bu bağlantı sayesinde Osmanlı-Amerikan Kalkınma Kurumu yöneticilerinden biri olur.
*****Horace Greely Knowles (1863-1937). Amerikalı diplomat ve avukat.
04.09.1925
MİLLETLER CEMİYETİ MUSUL MESELESİNİ GÖRÜŞÜYOR
Britanya 25 Sene Daha Manda Yönetimini Uzatmak İstiyor • Türkiye’nin Suçlamalarını Reddediyorlar
Büyük Britanya Koloniler Başkanı Leo Amery, Milletler Cemiyeti toplantısından evvel yaptığı açıklamada, Musul sorununu barışçıl yollarla çözüme kavuşturmak istediklerini söyledi. Masanın diğer ucunda Milletler Cemiyeti’nin bir üyesi olmayan Türkiye Dışişleri Bakanı Tevfik Bey* vardı. Bu bölgenin kaderinin kendileri için hayati olduğunu belirtti.
[…]
Türk tarafına göre İngiltere, Ege Denizi’nde yaptığı donanma manevralarıyla konseyin kararını etkilemeye çalışıyor. Leo Amery ise bu suçlamaları reddetti: “Türk tarafının bahsettiği manevralar, Britanya donanmasının rutin yaz ayı tatbikatıdır.”
Amery Britanya’nın sınır ihlali yaptığı iddialarının da dayanaksız olduğunu savundu.
[…]
*Tevfik Rüştü Aras (1883-1972). 1925-1939 yılları arasında Dışişleri Bakanlığı yapmıştır. 1920-1938 arasında da milletvekilliği görevinde bulunmuştur. Aslen tıp hekimidir.
05.09.1925
İNGİLTERE ve MUSUL
İngiltere’de Britanya’nın çeyrek yüzyıl daha manda yönetimini devam ettirmesine karşı muhalif sesler yükselmesi pek tabii olsa da etkili değil. Şimdiden bu bölge için çok para harcanmışken –antlaşmadan bu yana 150.000.000 pound- Türkiye ile olası bir savaş bu faturayı iyice kabartacaktır. Mustafa Kemal ve Yunanistan arasındaki anlaşmazlığın anısı, Rif’te alınan derslerle daha da canlı hale geldi. İngiltere’nin şimdiki ekonomik durumu için ‘ufak’ bir savaş tehlikeli olabilir. Eli darda olan iş kesimi bu cüretkar girişimi sorguluyor ve İşçi Partisi* şimdiden manda teklifine muhalefet olmayı politikasının dışında tutuyor. Hükümet resmi olarak da Büyük Britanya’nın Milletler Cemiyeti’ne ve dünya barışına karşı görevini yerine getirmek için ve Irak’ta düzeni tesis etmek için sorumluluk almaya hazır olduğunu ilan etti bile.
Hükümeti yüreklendiren pek çok şey var. Bu ihtilaflı bölgedeki petrol yataklarının çok büyük bir potansiyeli olduğu (beş milyar varil) söyleniyor. Mevcut durumda Fransa %25, ABD ise %15 kar elde ediyorlar. Musul ayrıca Boğaz’ı Basra Körfezi’ne; Suriye’yi Orta Asya’ya bağlayan bir geçiş yolu. Endüstrileşmenin hızla arttığı bu devirde önemli ve stratejik bir ticaret noktası. Süreç içerisinde açığa çıktı ki Milletler Cemiyeti, bölgenin İngiltere himayesinde kalmasına sıcak bakıyor. Çiçeği burnunda Irak Krallığı açısından da bu cazip bir düzenleme. Gücünü pekiştirmek ve bayındır hale gelmek için, bu petrol yataklarına Türkiye kadar ihtiyaç duyuyor. Bir de ırksal ve dinsel “azınlık” sorunu var tabii. Manda yönetiminde Kürtler eğitilecekler ve otonomi için hazırlanacaklar. Bu şu anda İngiliz yönetimi için düşük bir maliyet. Hükümetin Irak ve Milletler Cemiyeti’nden beklentisi bu maliyetin daha da düşürülmesi.
İngiltere’deki yaygaracı kesimin gözünde durum önceki durumlardan oldukça farklı. Sorun ‘emperyalizm’ yahut ‘yağmacılık’ değil; sorun uzun zamandır uzayıp giden bir tartışmanın konusudur. Türkiye sorunu Milletler Cemiyeti’ne taşımayı seçmiş ve buradan çıkacak karara razı olacağını ilan etmişti. Büyük Britanya, mandasında uyguladığı kurallara sadık kalırsa, bu bölgede çıkacak bir çatışma tüm dünyayı karşısına almasına yol açabilir. İngiltere 25 yıllık mandasında, hem Türkiye hem de Irak’ın barışçıl büyümesini isteyecektir. Bu, bir savaştan evladır. Milletler Cemiyeti’nin diplomasiye kazandırdığı yeni metodun bu durumdan daha iyi bir örneği yoktur.
*O dönemde İngiltere’de iktidar olan parti İşçi Partisi idi.
05.09.1925
TÜRKİYE DERVİŞLERE YASAK GETİRİYOR
Kabine Tekkelerin Kapatılması Yönünde Düzenleme Getirdi• Memurlar Batı Tarzı Kıyafetler Giyecekler
Kabine bugün tüm Türkiye'deki derviş manastırlarına* ve şeyhler ile dervişlerin tüm ünvan ve sıfatlarına yasak getirdi. Padişahlara ait tüm kabir ve mozoleler de kapatıldılar. Düzenleme kimlerin dini kıyafetler giyebileceğini de kesin bir şekilde düzenliyor. Selamlaşma da bir düzenlemeye tabi tutuldu.
Son olarak tüm sivil ve devlet memurlarına Batı kıyafetleri giyme mecburiyeti getirildi.**
Düzenlemeler Kürt kalkışmasının bir sonucu olarak görülüyor zira baş kaldıranlar sadece başıbozuk kimseler değildiler. Dini kıyafetlerini giymeyi sürdürmek isteyen ve bunu propaganda malzemesi yapan kimselerdi. Derviş manastırları ise hükümetçe kötülük yuvası ve saçma uygulamaların odağı olarak görülüyordu. Yalnızca İstanbul’da üç manastıra izin verileceği tahmin ediliyor.
*Tekke
****Bilumum Devlet Memurlarının Kıyafetleri Hakkında Kararname (No:2413)
1- Ordu ve donanma mensuplarıyla ilmiye sınıfına mensup olanlardan ve hükkam gibi kıyafetleri devletçe sureti mahsusade tayin edilmiş bulunanlardan maada bilumum devlet memurlarının kıyafetleri, dünya yüzündeki medeni milletlerin müşterek ve umumi kıyafetlerinin aynıdır. Yani gündüz ve gecenin muhtelif vaziyetlerine ve resmi merasime göre giyilmek üzere muhtelif elbiseler ve şapkalardır.
2- Binalar dahilinde başı açık bulunmak kaidedir. Selam teatisi baş işareti ile olur.
3- Binalar haricinde selam teatisi şapka ile olur.
4- Alelumum halk ordu ve donanma ile ilmiye sınıfına mensup ve hükkam için olduğu gibi kanunu mahsus ile tayin edilmiş elbiseleri giyemezler, fakat devlet memurlarının kıyafetleri bilumum sınıf ve halk tarafından aynen veya hali mesailerine mutabık kabul olunabilir. Neşri: 5 Eylül 1341, Resmi Gazete No:168
05.09.1925
TÜRKLER BERLİN’DE GÖSTERİ DÜZENLİYORLAR
Berlin’de yaşayan Türkler Türk Konsolosluğu bahçesinde Musul sorununun Türkiye leyhine sonuçlanması için gösteri düzenlediler. Gösteride bayraklar ve üzerinde “Musul Türkiye’nindir” yazan pankartlar vardı.
Türk Büyükelçisi Kemal Edin Sami Paşa* göstericilere teşekkür etti ve Milletler Cemiyeti’nin aldığı kararın Türkiye’nin çıkarlarını koruyacağını ifade etti. Milletler Cemiyeti’nin, Türkiye’nin her yerinde aynı amaçla düzenlenen bu gösterilere kayıtsız kalmamasını temenni etti.
*Kemalettin Sami Gökçen (1884-1934). Türk asker, diplomat, siyasetçi. Kırmızı şeritli İstiklal madalyası sahibidir. 1929-1934 arasında Türkiye Cumhuriyeti Berlin Büyükelçisi idi.
05.09.1925
MUSUL İLE İLGİLİ GÖRÜŞLER CEMİYETE BİLDİRİLDİ
[…]
Mr. Amery’nin makul argümanları Türk tezlerine karşıydı. Tevfik Bey’in bir önceki gün ifade ettiği görüşlere Mr. Amery şöyle karşı çıktı: “Şuna dikkatinizi çekmek isterim ki, Türk tarafının Musul’daki komisyonun yargılarına dayandırdığı argümanlar, Komisyonun yargılarıyla çelişmektedir. Türkler Lozan’da da Musul’un bir Türk şehri olduğunu iddia etmişlerdi ancak görülüyor ki nüfusun ancak %3’ü Türk’tür. Aynı şekilde Süleymaniye için de benzer bir iddia da bulunmuşlardı ancak onların ifade ettiğinin aksine, şehirde 32.000 değil yalnızca 2.000 Türk vardır.”
Türk tarafı, Irak’taki Şii ve Sünni gruplar arası politik antlaşmazlıklara da dikkat çekmişti. Mr. Amery bunun için de şunları söyledi: “Irak’taki Kabine’nin çoğunluğunu Sünniler oluşturuyor ancak ikisi Şii.”
Musul’un Türkiye’nin ayrılmaz ve canlı bir parçası olduğu iddiasına ise “Bu bölge Türkiye’den tamamiyle hukuka uygun şekilde ayrılmıştır. Lozan Antlaşması’na ve Milletler Cemiyeti’nin deklarasyonuna göre bölgenin egemenlik kararı Konseyin tasarrufundadır” şeklinde cevap verdi.
[…]
09.09.1925
TÜRKLERİN SAVAŞA HAZIR OLDUĞU SÖYLENİYOR
Türkiye Cumhuriyeti Berlin Büyükelçisi Kemalettin Sami Paşa, Milletler Cemiyeti’nin Musul sorununu ele alış tarzı ve bu soruna önereceği çözümler ile savaşa zemin hazırlayabileceğini ya da barışı tesis edebileceğini söyledi. “Musul Türk’tür ve Irak yahut Arabistan’a katılması için ortada bir sebep yoktur. Cemiyetin Musul’un kendi kaderini tayin etme hakkını reddetmesi halinde, Avrupa’da yaşayan binlerce Türk savaşmak için memleketlerine döneceklerdir.”
Büyükelçi, bölgenin kimin himayesinde kalacağını belirleyecek plesibitteki oy güvenliğinden kuşku duyduğunu ifade etti. “Eğer her birey özgürce oy kullanabilirse bölge Türk tarafında kalacaktır zira çoğunluk Türk’tür”
Büyükelçi sözlerine şöyle devam etti: “Türkiye bölünmez bütünlüğünü sağlayabilecek güce sahiptir fakat bu gücü kullanmamayı ummaktadır. Cemiyetin vereceği kararın adil olacağına inanıyoruz. Fakat bölgedeki Türkleri Araplar ile aynı yönetimin boyunduruğuna veren bir karar çıkarsa dişlerimizi göstermeyi de biliriz.”
09.09.1925
ANKARA, MİLLETLER CEMİYETİ’NİN KARARINI REDDEDEBİLİR
Tevfik Türkiye’nin Musul Hakkında Verilen Hükme Razı Olmadığını Söylüyor • Plebisit Yeniden Gündemde
Milletler Cemiyeti memurları, Türkiye Cumhuriyeti Dışişleri Bakanı Tevfik Bey’in bugün yayınladığı deklarasyonla şok oldu. Deklarasyona göre Ankara Hükümeti hiçbir zaman Milletler Cemiyeti’nin Musul sorununun çözümü ile ilgili kararına uyma sözü vermemiş. Bölgenin kaderinin belirlenmesi için plebisitin faydalı olacağı görüşünde ısrar ettiler.
Tevfik Bey’in açıklamasının, Milletler Cemiyeti’nin sorunu çözüme ulaştırma çabalarını sekteye uğratacağı düşünülüyor.
[…]
Türklerin açıklaması olağanüstü uzundu ve İngilizlerin argümanlarına tek tek cevap veriyordu.
Tevfik Bey’in Argümanları
Tevfik Bey, hükümetinin hiçbir zaman Milletler Cemiyeti’nin Musul sorununun çözümü ile ilgili kararına uyma sözü vermemiş olduğunu söyledi: “Milletler Cemiyeti’nin kararına, daha evvel ki antlaşmalarla ve bölge halkının arzularıyla çelişmedikçe uyacağımızın sözünü vermiştik” Daha sonra bir kağıttan, Lord Curzon’un Ocak 1923’te Lozan’da yaptığı açıklamadan bir pasaj okudu. “Türkiye Cumhuriyeti temsil edilmeden ve O’nun kararı olmadan hiçbir karar alınamayacağı maddesi oybirliği ile kabul edilmiştir.”
Tevfik Bey buna dayanarak kendilerine Konseyin kararları ile ilgili bir oy hakkı garanti edildiğini söyledi. Adil olmayan hiçbir karara da onay vermediklerini ekledi. Bu halde kendilerinin onaylamadığı bir kararın alınamayacağını belirtti.
Toplantı tutanaklarına bakılacak olursa Tevfik Bey’in deklarasyonunun doğruluğu ile ilgili şüpheler var. 17. oturumun tutanağında (İsveçli bir raportör yazmıştır) şöyle diyor: “Lord Parmoor Cemiyetin vereceği karara uyacağını söyledi. Fethi Bey’e döndüğümde o da karara uyaklarını belirttiler. Konsey her iki tarafı dinledikten sonra tarafların anlaştıklarını ve konseyin kararına uyacaklarını açıkladı.”
Milletler Cemiyeti akşamüstü yayınladığı deklarasyonda Türkiye Cumhuriyeti’nin onuruna bağlı bir kurum olduğundan ve karara uyacaklarından şüphe duymadıklarını ifade ettiler. Cemiyet sözleşmenin 13. maddesine uyarak karar aldığını, bu maddenin de 5. maddeye karşı olmadığını ifade etti. Buna göre konseyin raporu oybirliğiyle kabul edilmez de oyçokluğu ile kabul edilirse, sorunun tarafları birbirileriyle savaşa girmezler.
[…]
Bir plebisit söz konusu olursa İngilizlerin bunu kesin bir dille reddedeceği öngörülüyor. Bu nokta Lozan’da da tartışılmıştı ve Türkler İngilizlerin böyle bir çözümü kabul etmeyeceğini, yalnızca Cemiyetin kararına uyacaklarını anlamıştı.
11.09.1925
TÜRKLER SOYADLARINI SEÇİYORLAR
Milli Eğitim Bakanlığı, bir İstanbul gazetesine verdiği bilgide, Türklerin bundan böyle soyadı kullanacaklarını açıkladı. Tarihi figürler olmamak kaydıyla herkes kendi soyadını seçmekte özgür olacak.
14.09.1925
KEMAL 'MODERN' EŞİNDEN BOŞANMASINA RAĞMEN KADIN ÖZGÜRLÜĞÜNÜ SAVUNUYOR
Başkan Mustafa Kemal, Türk kadınının modernizasyonu fikirleriyle kendisini etkileyen karısı Latife Hanım'dan boşansa da bu ideallerden vazgeçmedi.
Karadeniz kıyısında yer alan, fanatizm ve muhafazakarlıkla yoğrulmuş İnebolu'da yaptığı konuşmada "Onlar yüzlerini cihana göstersinler ve gözleriyle cihanı dikkatle görebilsinler" dedi. Kalabalığın yarısı kadarı -1000 kişiye tekabül ediyor- Müslüman kadınının geleneksel kıyafeti olan peçeler giymiş kadınlarla doluydu. Mustafa Kemal'in sözlerini coşkuyla alkışladılar.
"Hiç şüphem yok ki kadınlar bu peçeleri atmaya razıdırlar... Kadınlar erkekler kadar zekidirler ve bilmelidirler ki yüzlerini kapamak için bir sebep yoktur. Bu sıcakta peçe takmak eziyettir. Tüm dünyaya uygar bir halk olduğumuzu göstermeliyiz. Medeni dünyaya adapte olmalıyız. Şu an taktığımız fes bizim milli kostümümüz değildir. Aslı Yunandır. Bunları atmalı ve beynelmilel serpuş olan şapkayı takmalıyız. Mühim olarak şunu ihtar ederim ki, bu halin muhafazasında taannüt ve taassup, hepimizi her an kurbanlık koyun olmak istidadından kurtaramaz. Hanım ve Bey arkadaşlarım; Size malumunuz olan bir hakikati kısa bir cümle ile tekrar arzedeceğim; beni mazur görünüz. Medeniyetin coşkun seli karşısında mukavemet beyhudedir. İptidai hurafelerle yürümeye çalışan milletler mahvolmaya veya hiç olmazsa esir ve zelil olmağa mahkumdurlar. Halbuki Türkiye Cumhuriyeti halkı medeni ve olgun bir millet olarak ilelebet yaşamaya karar vermiş, esaret zincirlerini ise görülmemiş kahramanlıklarla parça parça etmiştir."
Kastamonu'da de benzer sözler edildi. Sokaklara ilk kez peçesiz çıkan kadın kalabalığı tarafından coşkuyla alkışlandı. Daha evvelden fesi ve kalpağı çıkarmayı reddeden erkek kalabalığı bu kez şapka takıyorlardı. Başkan, kalabalığın tezahüratlarına Panama şapkasını sallayarak yanıt verdi.
15.09.1925
TÜRKİYE’DEKİ GELİŞMELER
Bizim enerjik dostumuz Mustafa Kemal, ilerlemenin derhal olmasını öğütler ve kendisi örnek olur. Kadınlarda peçeye hayır, erkeklerde şapkaya evet. İşte bu onun, köydeki erkekleri ve kadınları davet ettiği uygarlaşma yolu. Görünüşe bakılırsa buna uysalca boyun eğdiler. Devrimleri müjdelemek için gittiği Kastamonu’da kalabalık bir grup kadın tarafından karşılandı. Kadınlar hayatlarında ilk kez sokakta peçesizdiler. ‘Müjdeyi alan’ erkekler ise feslerini, kalpaklarını atmışlardı. Başları hasır şapkalardan oluşan kesintisiz bir kütle gibiydi. Standart hale getirilmiş ‘serpuş’; çorak bir ‘hasır’ denizi. İşte ilerlemenin faturası!
Devrimci Türklere ilerlemenin rozetini takma izni Eylül 15’ten sonra mı verildi? Başkan fesin suçlarını bir bir saydı. Biri de onun yerli olmamasıydı. Fes Yunan işiydi. Sonra bir Panama giydi yahut eliyle salladı. Bu da milli değildi ama bu beynelmileldi. Şapka; beynelmilel serpuş! Peki ya kep? Şapka Türkiye’de tutuculuğu protestonun simgesi. Zira şapkanın siperi alnı secdeye koymaktan alıkoyar. Haliyle fes, kalpak gibi başlıklar makbuldü. Türk köylüsü ise başına kirli bir çaput bağlayarak gezer. Kürtler ise sarık gibi bir şey takarlar. Şimdi silindir şapka mı takacaklar?
Çerçevesiz kahverengi yün başlıklar takan dervişler gittiler. Fakiri* medeniyet yağmuru yıkamıyor. İyice giydirilmiş. Türkiye’nin iklimi düşünülecek olursa makul bir şapka herkese cazip gelecektir ve muhtemelen festen daha çirkin olmayacaktır. Resmi olarak Türkiye fes dahil pek çok Avrupa kıyafetini uzun zaman önce benimsedi. Birisi bana Türk memurlarının İngiliz papazlar gibi göründüğünü söyledi. Medeniyetin yayılmasıyla beraber daha rahat kıyafetler de benimsendi. Ne var ki bunlar rahatlık bakımından da güzellik bakımından da eski pitoresk kostümlerle kıyaslanamazlar. Mavi, kahverengi ve beyazlar içindeki Anadolu köylüsü, kirli gömlekler ve bir çift eski pantolonla nasıl görünecek? Londra’da Mustafa Kemal’in medeniyet ve kostüm arasındaki pozitif ilişkiyi inceleyebileceği pek çok yer bulunmaktadır.
Fakat nihayetinde bu bizim değil Türklerin derdidir. Eğer kendilerini Batı cilasıyla çirkinleştireceklerse keyifleri bilir. Kılık kıyafeti standart hale getirmenin bir tek iyi yanı olabilir. Bu Batı’yı büyük bir masraftan kurtardı. Aksi halde tüm parayı seyahate harcardık zira burada eski geleneksel kostümleri bulmak artık zor. Neden Asya bu renk cümbüşünü devam ettirmeye hevesli olsun? Türk kadını peçeyi kaldırmaya ikna edildi. Oysa Türk kadını kendi isteklerine razı edilmelidir. Güzelliklerini kalabalıklara açmak onları ilerlemeci, Batılı ve uygar gösteriyor. Hareket halindeler. Yüzlerini azat ettiler. Örtülüyken gizemli ve aşk doluydular. Şimdi sokak olan biteni biliyor, görüyor.
*Özgün metinde de ‘fakir’ yazıyor.
16.09.1925
TÜRKLER HIRİSTİYANLARI YAĞMALIYOR
İngilizler Ayakta, Savaş Ufukta • Londra Locası Cemiyet’ten Gelen Irak İşgali Haberini Görüşecek • Esirler Kuzey’e Sürüldü Bir Çok Mülteci Güneye İngiliz Himayesine Kaçtı • Londra Çatışma Bekliyor • 4000 Osmanlı Muvazzaf’ı Eğer Kara Karşıt Olursa Cemiyet’e Uymayacak
Bugün İngilizler Türkiye’nin Brüksel’de verilen Musul kararına uymadığını Cemiyet’e bildirdi. Musul hakkında Cemiyet son kararı veren kadar iki taraf birden gözlemci olacaktı. İngilizlerin söylemine göre Türkler Baijo’daki Hıristiyan nüfusu Keroar’a sürdü ve Zarawak’taki Hıristiyan manastırı kuşattı. Bu kuşatmayı delen 120 Hıristiyan Irak’a kaçtı. 10 Eylül’de Zakho’ya varan 260 Hıristiyan berbat haldeydi ve söylediklerin göre Türkler 8000 Hıristiyanı Başkale’ye sürmüştü. İngilizlere göre geçen yıl Türklerin aynı tarz hareketleri sonucu Cemiyet’e başvurmuşlar ve Brüksel Görüşmesi yapılmıştı. Türk tarafının temsilcisi Münir Bey İngilizlerin iddiasının doğru olamayacağını çünkü bölgede bir senedir Hıristiyan bulunmadığını belirtti. Bir sene önce Türk yetkilisinin Hıristiyanlar tarafından esir alınması üzerine bölgeye Türk kuvvetlerinin gönderildiğini ama kuvvetler bölgeye varmadan tüm Hıristiyan halkın bölgeyi terk ettiğini ve bir daha dönmediğini belirtti. İngilizlere göre Türklerin Irak’tan çekilmesi gerekiyor, güvenlik sebebi ile de olsa Irak halkının yalnız başına bırakılması gerekiyor.
17.09.1925
TÜRKLER MEDENİ YASAYA GEÇİYORLAR; KURAN HÜKÜMLERİ TERK EDİLİYOR, ÇOK EŞİLİLİK SON BULUYOR.
Kuran hükümleri üzerine kurulan eski yasa yerine uzmanlardan oluşan bir komisyon, medeni bir yasa taslağı hazırladılar. Taslak Meclise sunuldu. İsviçre ve Almanya’da medeni kanunlar esas alındı.
Çok eşlilik tümüyle yasaklanıyor. Sivil evlilikler yasal hale geliyor ve miras hukuku düzenleniyor. Eski yasalara göre vasiyetin bir hükmü yoktu. Miras otomatik olarak erkeğe kadından iki kat fazla hak veriyordu.
Yeni yasalar basına da hürriyet getiriyor ancak beraberinde de pek çok sorumluluk yüklüyor. Kabine üyelerinin gazeteleri kapatma hakkı ellerinden alındı. Cezaları yalnızca mahkemeler verebilecek.
Devlete karşı işlenen suçlarla ilgili de cezalar düzenlendi. Esas nokta şu ki devlete karşı işlenen suçların cezası sıradan cinayetten dahi fazla olacak.