01.12.1925
İNGİLİZLERİN IRAK’TAKİ SAVAŞI GAZETELERDE
Westminster Gazetesi’nin* haberine göre, Büyük Britanya ve Türkiye arasında Musul konusundaki antlaşmazlığın büyümesi ciddi bir savaş tehlikesi anlamına geliyor.
Türkler gazetelere verdikleri demeçlerde, Milletler Cemiyeti’nin vereceği kararın beklentileri karşılamaması halinde, ordularının Irak ve Musul’u işgal edeceğini açıkladılar.
Westminster Gazetesi’nin haberine göre Türk Ordusu 300.000 kişilik ‘barış’ kuvvetini hazır bulunduruyor. Bu iyi donanımlı, bol mühimmatlı ordu şimdiden Irak sınırında.
Belirtmekte fayda var; Westminster Gazetesi Büyük Britanya’nın mevcut hükümetine muhalif bir yayın organı. İngiltere’nin Irak’ı işgaline de aynı şekilde karşılar.
* The Westminster Gazetesi 1893 yılında yayın hayatına başlamış, düşen tirajları nedeniyle de 1928’den itibaren Daily News ile birleşmeye karar vermiştir.
03.12.1925
CEMİYET TÜRKİYE’NİN TAVRINDAN RAHATSIZ
Büyük Britanya ve Türkiye’nin Musul ihtilafına çözüm bulmakla görevli olan Milletler Cemiyeti, bu işin çözüme kavuşma ihtimaline kuşkuyla baktıklarını açıkladı. Uluslararası Adalet Divanı’nın yönetimi altındayken oybirliğine ulaşmanın zorluğu bu kuşkuyu doğuruyor.
Bir diğer faktör ise Türkiye’nin menfaatlerine uymayan bir karara razı gelmeyeceklerini açıklaması oldu.
06.12.1925
TÜRKİYE BİR AN EVVEL HIRİSTİYAN TAKVİMİNE ADAPTE OLMA NİYETİNDE
Romanya, Bulgaristan ve diğer Balkan ülkelerinin ardından Türkiye de Hıristiyanların uyduğu Gregoryen takvime geçecek.
Bu iş için parlamentoda özel bir ekip çalışma yürütüyor. Ekip, takvimi Türk tarihi ve kültürü için önemli günlerle uyumlu hale getirmek için çabalıyor.
Meclis taslağı hızlıca kabul ederse gelecek yılı 1342 yerine 1926 olarak kabul edecekler. Türklerin şu anda kullandığı takvim, Muhammed’in Mekke’den Medine’ye uçtuğu* gün olan 15 Temmuz 622’yi milad kabul ediyor.
*Miraç kast ediliyor.
06.12.1925
MUSUL’DA YENİ BARIŞ GÖRÜŞMESİNİN KOŞULLARI ARANIYOR
Türkiye Dışişleri Bakanı Tevfik Rüştü Bey* ve beraberindeki üç kişi bugün Cenevre’ye, Türkiye’yi savunmak için geldiler. Milletler Cemiyeti toplantısı bu pazartesi başlayacak.
Büyük Britanya ve Türkiye arasındaki Musul sorununun kaderi, sınırdaki tehditkar ve ‘kahramanca’ girişimlerin kaderine bağlı gibi duruyor.
Cemiyet iki taraf arasında arabuluculuk yapmak ve aldığı kararı dayatmak konusunda isteksiz. Alacağı karara uyulmamasından ve bunun Yakın Doğu’daki barışı sekteye uğratmasından korkuyor. Cemiyet, yüz yüze müzakerelerin bir çözüm doğurmasını umuyor.
*Tevfik Rüştü Aras
08.12.1925
BAŞIBOZUKLAR YİNE SAHNEDE
Yazarımız, Türklerin Yine Gayri Resmi Vahşete Başvurduğu Duyumunu Almış
The New York Times Editörü’ne
Yerel bir kaynaktan aldığım duyum bana Bulgar katliamı sonrası Anadolu’ya ve Suriye’ye yayılan; Türk Devleti’nin kontrol etmekte güçlük çektiği “başıbozukları” hatırlattı. Kontrol altına alınamayan bu başıbozukların sebep olduklarının anısı tazedir.
Şimdiki söylentiye göre Ankara Hükümeti Suriye’deki Fransız yöneticilere “dostça” bir uyarı göndermiş. Bu uyarıda, kontrol altına alamadıkları 17.000 kişinin Suriye sınırındaki Halep’e doğru ilerlediği yazıyormuş. Bunun Mezopotamya sınırındaki İngiliz birliklerine ve Musul’daki Milletler Cemiyeti’ne gözdağı olduğu açıktır.
Dürzi isyanını bir kupa kahvenin eksikliğine ya da Fransız valisinin Doğu konukseverliği konusundaki cehaletine bağlayanlar veya Dürzilerin pan-İslamik bir hareketin maşası olabileceğini düşünenler bu söylentilerden kurtulmalılar.
Bu 17.000 adam Türk ordusundan ayrılan Almanlar tarafından eğitildi. Araplar ile bir tuttuğu Kuzey Afrikalı siyahileri, Arap ordusuna katmasıyla ilk hatayı yapan Fransızlara karşı, Suriye’de bu iyi bir koz olacaktır.
Bizim Dışişleri Bakanlığı gözüyle bakarsak; pişmanlığın meyvesini yutmak istemeyen Ruslarla pazarlık edilmezken, uluslar arası sahada verdiği sözlerin hiçbirini tutmayan, bu huyunu Musul sorunu için varılan karara uymayarak da devam ettiren, 1877 yılındaki gibi kurnaz taktikleri sürdüren* Türkler ile neden pazarlık edelim?
Henry W. Jessup
*Osmanlı yönetiminden memnun olmayan Bulgarlar 1877 yılında ayaklandılar. İsyanı bastırmak için ‘başıbozuklar’ buraya gönderildi. İsyan kısa sürede bastırıldı. Batı, Osmanlı’yı katliam yapmakla suçladı. Yazar, Osmanlı’nın Musul’da sorunları yine benzer bir yöntemle çözeceği iddiasında olduğu için bu yıla atıf yapıyor.
11.12.1925
İNGİLTERE’DE TÜRK LOKARNO’SU KONUŞULDU*
Neden bir Türk Lokarno’su olmasın sorusu üzerinde duruluyor burada. Britanya Irak ve Musul’da 25 sene daha manda yönetimini sürdürmeye ısrarlı olması ve bu uğurda Türklerle savaşa girmeyi göze alması, bu soruyu günden güne daha önemli hale getiriyor.
Britanya’nın savaşa girmesini riskli görenler Britanya, Almanya ve Fransa arasında imzalanan Lokarno Antlaşması’na benzer bir antlaşmaya varılması gerektiği inancındalar. Keza İrlanda Lokarno’su da İngiltere ve İrlanda arasındaki ilişkileri de daha evvel görülmemiş şekilde yakın ve samimi bir hale getirmişti. Büyük Britanya Irak ve Musul konusunda Türkiye ile bir antlaşma sağlayarak, Yakındoğu’da Lokarno ruhunun yeniden doğmasını sağlayabilir.
Bugün Avam Kamarası’nda, Başbakan Baldwin, Britanya’nın temsilcisi Mr.Amery’nin İngiliz halkıyla örtüşmeyen Irak ve Musul konusundaki ısrarına rağmen, Britanya Devleti’nin en azından Irak ve Musul’dan kısa zamanda çekilme ihtimalini kazanmayı umduğunu ima etti. Baldwin şöyle sordu: “Irak’ı bir 25 yıllığına daha koruyacağımız önerisinde doğruluk payı var mıdır?” Sorusunu kendi yanıtladı: “Pek az doğruluk payı var”
Mr. Baldwin, Britanya Devleti’nin Avam Kamarası’nın onayını almadan Irak’ta kalma konusunda ısrar etmesi halinde başına her şeyin gelebileceğini söyledi.
Irak ve Musul’daki yangını körükleyen Cenevre’deki tartışmalar bu işin zorluğunu gözler önüne seriyor. Diyebiliriz ki Mr.Amery, Türkiye ile bir savaşa yola açacak bu lakayt ısrarından vazgeçmiyor.
[…]
Milletler Cemiyeti’nin çok tartışılan, etnografik ve coğrafik olarak Türkiye’ye yakın olan Musul’un Irak sınırları içerisinde kabul edildiği raporundan sonra Britanya Irak mandasında ısrarcı olmaya başlamıştır. Amery bu kararı parlamentoya veya halka danışmadan almıştır.
Şu anda çok geç olmadan Musul ve Irak’tan çıkma ve Türkiye ile dostluğu sürdürme fikri hararetle dillendirilir oldu. Üstelik bu bölgeler ticari açıdan değersiz yerlerdir.
Yüksek Savaş Maliyetleri Nedeniyle Engellendi
Türkiye ile savaştan kaçınmanın gerekliliğine bir başka sebep ise olası savaşın İngiliz üslerine uzak bir bölgede gerçekleşmesi ihtimali. Hal böyle olursa bu karşılaması güç bir maliyete dönüşecek ve Fransa’nın Fas ve Suriye’de, İspanyolların ise Fas’ta yaşadığına benzer bir tecrübe yaşanır.
Diğer tarafta bir kısım insan Britanya’nın Türkiye sınırını güvence altına alması gerektiğini savunuyor. Onlara göre İngilizlerin Musul için savaşmayı göze alamayacağını düşünen Türkler blöf yapıyor.
Bu görüştekiler, Britanya’nın Türkiye’den evvel pes etmesinin Britanya’ya zarar getireceğini savunuyorlar. Kış mevsimiyle birlikte karlar altında kalacak bu bölgeye Türklerin Ankara’dan asker göndermesi mümkün görmüyorlar.
[…]
137.000.000£ Kaybedilecek
Mr.Amery’nin sözlerini yorumlayan bir makale, Britanya’nın sözünden dönmesinin Britanya’ya sadece yükümlülük kaybettireceği görüşünde. Makalede şunlar da yazılı: “Sözümüzden dönersek Irak’ı 1928 yılına kadar terk etmeliyiz. Bu da bize ‘5 kuruşluk’ vergi dışında bir şey kaybettirmez. Mr.Amery gibi iyi maaşlı diplomatların söz etmediği budur işte. 25 sene daha burada kalmak demek Türklerle, Araplarla veya Kürtlerle savaşa razı olmak demektir. Bu da 137.000.000 £’e mal olur. Irak’ta kalmanın yıllık maliyeti bile 4.000.000 £’e ve her an bu maiyet 40.000.000 £’e çıkabilir. Bunca parayı bir ülkenin çölüne, bataklığına, kumuna gömeceğiz.”
[…]
*Lokarno Antlaşması için 25.10.1925 tarihli haberin notunu bakınız.
11.12.1925
MUSUL’A LOKARNO DOKUNUŞU
Musul davası Britanya için “Mezopotamya, o kutsal kelime”* teranesinden öte bir şey ifade ediyor artık. Türkiye’nin boş tehditler mırıldandığı, Irak olarak da bilinen Mezopotamya’daki yeni Arap Krallığı’nı ilgilendiren Musul sorunu hakkında Britanya en doğru seçeneğin peşinde. Türklerin tehditler ise Irak’ın geleceğini etkiliyor. Uzun süreli bu gerilim doruk noktasına yaklaşıyor. Milletler Cemiyeti özel komisyonu ise sorunun çözümü için kendi önerisini sundu. Buna göre Musul Irak sınırları içerisinde kalmalı ve Irak 25 seneliğine İngiliz mandası altında yönetilmeli.
Şu sıralarda anavatanında topa tutulan Britanya’nın koloni sekreteri Mr.Amery, bu çözümü Cemiyetin kararından evvel de savunuyordu. Geçtiğimi Kasım ayının sonunda Birmingham’da konuşan Amery, Irak’tan vazgeçmenin olanaksız olduğunu ifade etmişti. Kendisini eleştirenlere ağır sözlerle yanıt vermeye devam eden Amery, Mr.Baldwin**’e muhalefet eden tuzu kuru gazetecileri korkaklıkla ve Türklerin postallarını yalamaya hevesli olmakla itham etti. Ankara Hükümeti’nin bu teklifi kabul etmemesinin akılsızlık olacağını savunan Amery, Türklerin Lozan Antlaşması’nı bozarak silaha sarılacaklarına ihtimal vermediğini söyledi.
Şimdiden bu bölge için milyonlarla sterlin harcamış olan Britanya olası bir savaştan ve bunun maliyetlerinden çekiniyor […] Dünya savaşından evvel, Irak Türkiye İmparatorluğu’nun toprağı iken, Musul eyaleti Irak’a dahildi. Savaş öncesi haritalara bakılırsa Musul üzerinde Irak Devleti’nin amblemi görülebilir. Türkiye’nin bu bölgeyi topraklarına katması demek, 3 milyondan az nüfusu olan bir krallıktan, yarım milyon insanı kendi sınırları içerisine dahil etmek demektir. Üstelik sınır da Bağdat’a 50 mil kadar yaklaşacak. Mevcut sorun, Irak’ın mevcudiyetini de zora sokuyor.
Bu açmazı çözebilmek için Londra’dan ‘Lokarno ruhuna’ uygun bir öneri geldi. Buna göre Büyük Britanya Irak ve haliyle Musul’dan vazgeçecek. Gerçi bu pek de Lokarno ruhuna yakın gibi durmuyor zira Lokarno, her iki tarafın da ödün verdiği bir antlaşmaydı. Belki İrlanda Lokarno’su makul uzlaşı modeli olabilir. Burada taraflar uzlaşmış, faturayı Büyük Britanya ödemişti***. Hali hazırda Irak için her yıl 20 milyon dolar harcayan Britanya, bu parayı barış ve sınırın güvenliği için harcayabilir. Türkiye ve Kemal Paşa bu parayı harcayacak iyi bir yer bulacaklardır.
*Brewer’in Deyim ve Söylence Sözlüğü’nde geçen, kalıplaşmış bir deyim.
**Stanley Baldwin (1867-1947); 1923, 1924-1929, 1935-1937 yılları arasında Birleşik Krallık başbakanıydı.
*** Irish Locarno ile kast edilen 1921’de imzalanan İngiltere-İrlanda antlaşması olsa gerek. Bağımsızlık savaşı veren monarşi karşıtı (ve büyük çoğunluğu Katolik olan) Güney İrlanda ile İngiltere ve monarşi yanlısı (Katolik ve Protestan oranı birbirine yakın olan) Kuzey İrlanda arasında geçen savaşlar sonrası imzalanan bir antlaşmadır. İrlanda Kuzey ve Güney olmak üzere ikiye ayrılmıştır.
11.12.1925
TÜRKLER MUSUL SORUNUYLA CEBELLEŞEN CEMİYETİ KİLİTLEDİ
Türkler bu sabah yapılan toplantıda Musul sorunu için bir araya gelen Cemiyeti kilitledi. Böyle bir hamle beklenmiyor değildi. Tevfik Rüştü Bey dün Ankara’ya döneceğini ve delegesini ardında bırakacağını açıklamıştı. Geride kalan delege politik gereksinimlere göre ya “ölecek ya hayatta kalacak”. Cemiyet arabulucularda ısrarcı olursa delegenin varlığı anlamsız olacak. Fakat uzlaşı da arabulucular da avantajlı bir pozisyon elde etme fırsatı yakalayabilirler.
Cemiyetin çalışmalarını tıkayan hamle bu sabah yapılan bir davet çağrısına verilen cevaptı. Dün gece yarısı Türk Dışişleri Bakanı’na bir davet gitti. Davet, Birleşmiş Milletler Özel Komisyonu adına Musul’a giden Estonya’dan General La Idornoer’in raporunun okunmasına çağrıydı. Raporda bölgedeki Hıristiyanlara insanlık dışı muamele edildiği ve Brüksel Hattı’nın ihlal edildiği yazıyordu. Tevfik Bey davete icap etmeyeceklerini açıkladı.
Bunun sonucu olarak Milletler Cemiyeti Konseyi’nin İsveçli üyesi M. Unden, tüm gününü mevkidaşları ve Türk delegesiyle geçirdi. Bu uğraş ortak bir çalışmayı sürdürebilmek içindi. Fakat çabaları sonuç vermedi.
[...]
Türk tarafı toplantıya katılmayınca rapor okunamadı. Raporun ilk kısmı sınır ihlalleri ile ilgiliydi. Böylesi kesin olmayan, zahiri sınırların kolayca ihlal edilmesinin tabii olduğu yazıyordu. İkinci kısım ise Britanya’nın, hattın güneyindeki yedi köyün Türkler tarafından işgal edildiği ile ilgili şikayetini dillendiriyordu. Britanya şikayetinde haklı bulunmuş ancak Türklerin, bu köyleri hattın kuzeyinde sanarak işgal etmiş olabilecekleri ihtimali üzerinde durulmuş. Üçüncü kısımda ise Türklerin, Britanya uçaklarının sınırı ihlal ettiği ile ilgili şikayeti yer alıyordu. Böylesi zor bir coğrafyada bu şikayetin haklılık payı olup olmadığının kontrolünü yapmanın imkansız olduğu rapor edilmişti. Son kısımda ise tedavi edilmeyen ve acı içindeki Hıristiyan mültecilerin durumuna yer verilmiş. Hattın kuzeyinde, Zaho’da 3000 mülteci sefil haldelermiş. Raporda Türk askerlerinin bu köylerde kontrolü sağladığı, halka ağır cezalar kestiği, köyleri yağmaladığı, kadınların ırzına geçtiği ve adeta soykırıma giriştiği yazıyor.
[...]
General Laidoner Hıristiyanlara yapılan kötü muamele dışındaki konuların hayati olmadığını, asıl önemli ve ciddi olanın bu insa hakları ihlalleri olduğunu belirtti.
[...]
Tevfik Bey ise bu sabah Laidoner’in suçlamalarına yazılı bir cevap verdi. Türkiye’nin silahlı Nasturi Hıristiyanlar tarafından sürekli tehdit edildiğini, bu silahlı Nasturilerin katliamları yaptıktan sonra hattın güneyine, kendilerini Türkiye’ye karşı dolduran Britanyalıların tarafına geçtiklerini söyledi. Ayrıca hattın kuzeyinde de bombardıman nedeniyle güneyden buraya gelmek zorunda kalmış pek çok Müslüman mülteci olduğunu ifade etti.
12.12.1925
CEMİYET TÜRKLERE MUSUL KONUSUNDA UZLAŞMALARI İÇİN SON BİR ŞANS VERDİ
Cemiyet bugün Türkiye’ye kibarca, Musul konusunda uzlaşması için son bir fırsat verdiğini ima etti.
Türkiye ise sorunu İsveç Dışişleri Bakanı M. Unden*, İspanya’dan Quinones de Leton** ve Uruguay’dan Guani***’nin oluşturacağı bir konseyle beraber sorunu ele almak istediği ifade etti.
Konsey bu sabah, Britanya Koloni Sekreteri Mr. Amery ile bir saati aşkın görüştü.
[…]
Gazetemiz muhabirlerine yaptığı açıklamada, Musul’dan henüz dönen Milletler Cemiyeti Komisyon Üyesi General Laidoner Brüksel Hattı’nın makul bir çözüm olduğunu savundu. “Her ne kadar doğal bir sınır olmasa da kötü çizilmiş bir sınır da sayılmaz. Türklerin bu hattın ötesini işgal etmeleri için 300.000-400.000 askere ihtiyaçları var. Oysa Irak bunun yarısı askerle ve Britanya’nın hava gücüyle hattı savunabilir. Türkler bu çaplı büyük bir askeri operasyona kalkışacak güçte değiller.”
*Östen Unden (1886-1974)
** Böyle birine rastlayamadım.
***Alberto Guani (1877-1956)
13.12.1925
TÜRKLER ÇOK EŞLİLİĞİ VE KOCANIN BUYRUĞUNA BAĞLI BOŞANMAYI YASAKLIYOR
Türkler çok eşliliği ve kocanın buyruğuna bağlı, keyfi boşanmaları yasaklıyor. Medeni kanun henüz meclise gelmedi.
Bu yasalar İsviçre Medeni Kanunu’nun uyarlaması ve 1800 madde içeriyor. Yasa yazıcılar köhne kelimeler kullanmaktan kaçınıyorlar. Yasalar günümüz Türkçesi ile yazılıyor.
Yasalara göre hali hazırda evli olan birinin ikinci evliliği geçersiz sayılacak. Sivil nikah zorunluyken, dini nikah isteğe bağlı yapılacak.
Boşanma yalnızca mahkeme kararıyla olabilecek. Boşanma için şiddetli geçimsizlik gerekiyor.
22.12.1925
FES TAKANA İDAM*
İstanbul’da bir ajanstan bugün alınan habere göre, Karadeniz’deki Trabzon’un yetmiş mil batısındaki Giresun’da bir “İstiklal Mahkemesi”, feslerinden vazgeçmeyen iki dindar Müslümanı asılmak suretiyle idama mahkum etti. Birçok başka kişi de aynı suçtan ağır hapis cezasına mahkum edildi.
*Yakın tarihimizin çok tartışılan hadiselerinden biridir. Bir grup böyle bir yargılama ve infazın yapılmadığını savunurken, diğer grup bu yargılama ve infazların şapka kanununa muhalefetle ilgili olmadığını, gerekçenin vatana hıyanet olduğunu savunur. Mahkeme tutanaklarına bakıldığında dava 16.12.1925’te Giresun’daki tiyatro salonunda başlıyor. 60 sanık var. Yargılama 18.12.1925 tarihinde neticelendiriliyor. Şeyh Muharrem ve Abdullah Hoca hakkında idam kararı çıkıyor ve infazlar aynı gün gerçekleşiyor. 10 sanık da ağır hapis cezasına çarptırılıyor. Mahkeme heyeti sanıkların daha evvelden (1920’de) Hıyanet-i Harbiye ve Vataniye’den dolayı tevkif edildiklerini hatırlatıyor. Sanıklar işgal kuvvetleriyle birlik olmakla itham ediliyor. Öyle anlaşılıyor ki mahkeme heyeti, sanıkların şapkayı bahane ederek bir eylem hazırlığına giriştikleri kanaatinde.
23.12.1925
RUSYA ve TÜRKİYE BARIŞ ANTLAŞMASI YAPIYOR
Antlaşmaya Göre Ülkeler Birbirlerine Üç Yıl Süreyle Saldırmayacak
Rusya, Türkiye’yle üç yıllık güvence anlaşmasını neticelendirdi. Anlaşmaya göre:
Bir, ülkeler birbirlerine saldırmayacak; iki, bir ya da birçok ülkenin anlaşmanın taraflarından birine askeri eylemde bulunması durumunda diğer ülke tarafsız kalacağını kabul eder; üç, taraflardan hiçbiri başka güç ya da güçler tarafından diğeri aleyhinde oluşturulan politik, ekonomik ya da finansal yapıdaki birlik ya da anlaşmalara dahil olmayacak.
Sovyet Dışişleri Bakanı Çiçerin ve Türkiye Dışişleri Bakanı Tevfik Rüştü Bey’in Aralık 17’de Paris’te imzaladıkları anlaşma iki ülkenin yasama organları tarafından onaylanmasını takiben geçerliliğe kavuşuyor.
Anlaşma satırlarında “İki ülkenin çıkarları, onları birleştiren fevkalade dostluklarını güçlendirmek için koşulların açıkça belirtmelerini gerekli kılıyor.” ifadesi yer alıyor.
Anlaşmaya eklenmiş üç protokol bulunuyor. Bunlardan ilki taraflara diğer güçlerle olan her nevi ilişkide - “geçerli anlaşmada belirtilen zorunluluklar dışında” - özgürlük tanıyor.
İkinci protokol anlaşmanın üçüncü maddesinde geçen “...politik, ekonomik ya da finansal yapıdaki...” ifadesinin, taraflardan birini hedef alan ülkeler arasındaki bütün finansal ve ekonomik anlaşmaları kapsayacağını şart koşuyor.
Üçüncü protokol ile Rusya ve Türkiye, aralarında doğabilecek ve geleneksel diplomatik yollarla düzene sokulması zor olan anlaşmazlıkların çözüm yollarını müzakere etmeyi garanti ederler.